Türklerin tarihte atçılık ve binicilikte en önde gelen topluluklardan biri oldukları malumdur; ufukları görülmez engin bozkırları atları üzerinde kolayca dolaşmışlar, yüksek sıra dağları aşıp, geniş ırmakları geçip giriştikleri akın ve fetih hareketlerini onların yardımlarıyla yapmışlardı.
Hayvanların evcilleştirilmesi ve onlardan faydalanma imkanını sağlayan millet Türklerdir. İnsan hayatı üzerine çok mühim rol oynayan ve hayvancılığın bir kolu olan atçılığın tarihine göz atmak gerekirse bu işe Orta Asyadan başlamak gerekir. Türlü cinsten atların ehlileştirilerek insan hizmetine verilmesi tarihte büyük bir hamle sayılır.
Türkler atı hem ekonomik varlık olarak hemde binit ve savaş aracı olarak değerlendiriyorlardı. En eski çağlardan beri Türklerin siyasal, dinsel, ekonomik ve toplumsal yaşamında at merkezi bir rol oynamaktadır. Türkler yetiştirdikleri atın etini yerler, sütünden milli içkileri olan kımızı yaparlar, onu kurban olarak sunarlar, yabancı ülkelere ihraç ederek gelir sağlarlardı. Eski Türk hayatında atın önemi ekonomik değerinden çok onun bir savaş aracı olarak kullanılmasından ileri geliyordu. Süvari tekniğini bulan yani ata binen ilk kavim Türklerdir. Başta Çinliler olmak üzere bütün Avrupalı kavimler ata binmeyi Türklerden öğrenmişlerdir. Eski Türk orduları büyük ölçüde atlı birliklere dayanıyordu. At binicisine son derece yüksek hareket , sürat ve manevra üstünlüğü sağlıyordu. Türklerin büyük devletler kurarak geniş sahalara ve bir çok kavme birden hükmedebilmeleri at sayesinde mümkün olmuştur. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse Türklerde devlet at üzerinde kurulmakta ve at üzerinde yönetilmekteydi.
At, Türk’ün kanadıdır. (Kaşgarlı Mahmud, XI.yy)
Göçebe Türk’ün günlük hayatında en çok kullandığı vasıta at idi. Göçebe Türk’ün hayatının büyük bir kısmı at üzerinde geçmekteydi. Atlarına adeta yapışmış gibi binen Hun Türkleri tabii ihtiyaçlarını gidermek için dahi atlarından inmezlerdi. At sırtında alış_veriş yaparlar, yerler içerler hatta atın boynuna sarılarak uyuyabilirlerdi. At sırtında istişare etmek suretiyle önemli kararlar verirlerdi.
Hunlar atçı milletti. Atı başkaları da bilirdi ama sadece yük çektirmek için kullanırlardı. Hunlar çocuklarını ata alıştırmak için daha küçükken oyun kabilinden onları kuzuların, koyunların sırtına bindirirler ellerinede ok ve yay vererek kuşlara, gelincik ve farelere nişan attırırlardı. Böylece çocuklar büyüdükleri zaman daha ciddi nişan almasını öğrenmiş bulunurlardı. üç dört yaşındaki çocuklar için özel eyer takımları da vardı. Daha da önemlisi annesinin yardımından yeni kurtularak ayakta durabilen bir Hun çocuğunun yanı başında eyerlenmiş bir ata rastlamak mümkündü.
Eski Türklerde yetişkin hayvanlara genellikle ‘at’ , ‘yund’, ‘göçüt’ gibi isimler verilmekteydi. Bunlar arasında en çok at ismi kullanılmaktaydı. Günümüzde olduğu gibi eskidende hayvanın yavrusuna ‘kulun’, bir veya iki yaşına ulaşmış hayvan yavrusunada ‘tay’ denmekteydi. Tay üç yaşından itibaren, dişi ise doğuracak, erkek ise binilecek duruma gelmekteydi. Bu duruma göre, doğuracak yaşa ulaşmış olan hayvan ‘kısrak’ binilecek duruma gelmiş olan hayvan da at ifadeleriyle anılmaktaydı. Ayrıca erkek hayvana ‘aygır’ da denmekteydi. Bunlardan at, binmek için, aygırda kısrakların çiftleşmesi için kullanılmaktaydı. Yılkı ise başlangıçta dört ayaklı her türlü sürüsüne deniliyordu. Moğol hakimiyetinden sonra daha ziyade at sürüsüne denilmiştir. Şimdi de hemen hemen her yerde at sürüsü manasında kullanılmaktadır.
At, murattır
Attan faydalanabilmek için ihtiyaç duyulan aletlerden biri binmeyi kolaylaştıran üzengi, ötekide atı istenilen istikamete sevketmeyi sağlayan gemdir. Bu iki aletin keşfi ata hakim olmayı mümkün kılmıştır. Gem kelimesinin yerine daha önce yular, dizgin, kantarma, yükün, tin gibi bir çok kelimede kullanılmıştır.
Atın kelime olarak kökenine inecek olursak; at deyimini ihtiva eden ilk belgenin milattan önce Çin yıllığı Shich’ide mevcut olduğu söylenebilir. Asya hunları tarafından terbiye edilen yabani atlardan biri K’uai-t i diye anılmakta ve Çince olmayan bu adın manası ‘büyük bir güç ile sıçramaya istekli’ olarak açıklanmaktadır. Buna göre Çince kaynakta zikredilen isimde at sözünün ilk şekli belirmekle beraber, belkide kelimenin ilk hecesi olan ‘ku’ Türkçede sarışın, kumral manalarına gelen deyimdirki bu takdirde Türkçe anlamı kula veya doru at olabilecektir.
At, bir evin önünde başı eve doğru bağlanırsa soluğu ile o eve bereket ve uğur getirir
Atların al (kızılkahve), doru(gövde kahverengi, yele ve kuyruk kara), kula(gövde koyu sarı, yele ve kuyruk kara), kır( koyu kıllarla karışık ak), beyaz ve yağız (kara) renkleri (don) vardır. Yürüyüşleri ise adeta (hafif yürüyüş), rahvan (düz ve çabuk), tırıs(süratli yürüyüş), ve dört nal (sıçrama şeklinde yürüyüş, koşma) şeklinde adlandırılır.
Bir kişi sabahleyin gün doğmadan kır ata binerek bir dereden yedi kez geçerse ona büyü etki yapmaz
Asyadaki ilk at kalıntıları, Türk anayurdu bölgesindeki Afenosyova Kültürü( M.Ö 2500_1700) ile onun bir gelişmesi olan, aynı bölgedeki Andronova kültüründe (M.Ö 1700-1200) görülmüş ve Andronova kültür çevresine giren yerlerde hep at kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Afenosyova ve Andronova kültür çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 3. bine tarihlenen mezarlarda ağızlarında demir gem izleri bulunan at iskeletlerine rastlanmıştır.
Türklerin vadiler dolusu at sürüleri vardı. Orta Asya bozkırları en eski çağlardan zamanımıza kadar dünyanın en çok at yetiştirilen bölgesi idi. Bu bakımdan oraları ile mukayese edilecek başka bir yer gösterilemez. 1246 yılında Papa’nın elçisi olarak Orta Asya bozkırlarını baştan başa geçip Moğolistan’a giden Plano Carpini atların çokluğu karşısında hayrette kalarak şunları yazmıştı. “Hayvanların fazlalığı bakımından onlar son derece zengin insanlardır; hayvanları başlıca deve, sığır, koyun ve keçidir; atlarına gelince, o kadar çok atları varki, dünyanın geri kalan kısmında o kadar sayıda at bulunduğunu sanmıyorum.”
Bir evde at olursa o eve cin, şeytan girmez
Bir Arap seyyahında yaptığı tesbitler sonucunda bu bölgedeki atların sayısı bazen 15.000’i bulmakta idi. Hayvanların her biri özel bir işaretle damgalanmaktaydı. Sürülerin karışması halinde her aile kendi hayvanını bu damga vasıtası ile tanımaktaydı.
Türklerde atın totem olduğuda görülmektedir. Aynı zamanda on iki hayvanlı takvimde de at yılı mevcuttur. Hatta buna takvimde yont yılı denmiştir. Çeşitli tabirler altında at, kabile isimleri, yer isimleri olarakda kullanılmıştır. Türkler, bazı atların kuyruklarını düğümlerlerdi. At kuyruğunu bağlama geleneği Türklere özgüdür. Türkler atın kuyruğunu iple bükme ya da bağlamaya sırtlamak derlerdi. Türklerde atı Tanrı’ya kurban etmek adeti de vardı, bugün dahi Orta Asya Türklerinde Tanrı’ya at kurban edilir. Cenaze törenlerinde ve ölüm yıldönümlerinde tanrılara kurbanlar sunulur. Kurban edilen hayvanlar arasında en çok yer alan ölünün bindiği at’tır. Bu şekilde ölen kişi atıyla diğer dünyadada yolculuk yapabilecektir. Kurban edilen ve eti yenilen hayvanlar sıklıkla başlarına vurulmak suretiyle öldürülürler. Yalnızca kurbanlık at, boğularak ve bel kemikleri kırılarak öldürülür. Hayvan ölmek üzereyken yanına bir ekmek getirilir ve kurbandan çıkan ruhun bu ekmeğe karıştığına inanılır. Kendilerine şans getireceğine inandıkları bu ekmeği kurban sahibi ve yakın aile çevresi yerler ve başka kimseye vermezler.
Eski Türkler kestikleri at ve koyun kurbanlarının kafalarını sırıklara takarlar. Hasta olanlar en kıymetli hayvanlarını kurban ederler. Zengin hasta için 7, fakir hasta için ise 5 hayvan kurban edilir ve bu uğurda çok kişi servetini kaybeder. Kurbanın eti, kemikleri kırılmadan ayrılır ve kazancı adı verilen iki kişi tarafından pişirilir.
Bazı Türk boyları büyük bir dağa taparlar ve o dağa kurban keserler. Dağ ruhlarına kanlı kurban olarak kısraklar sunulur. Dini ve milli bayramlarda da at kurban edilir. Tanrıya at kurban etme geleneği en eski devirlerden bu yana Türklerde vardır. Tanrıya adanan hayvanlar önce damgalanır sonra özgür bırakılırlar. Bu atlara kimse binmez ve dokunmaz. Bu tip atlara “töğünlüğ at” denilir. atı feda etmeye kıyamadıkları zamanlarda ve binicisinin savaşta ölümü halinde kabrine koymak için atın kuyruğunu kesmekle yetinirler.
Atın soluğu hastalığa iyi gelir
At, eski Türk ekonomisinde dolaylıda olsa önemli bir yer tutuyordu. Türkler, atı bir ticaret emtiası olarakda değerlendiriyorlardı. Onlar komşu ülkelerden özellikle Çin’e çok miktarda at satıyor ve bunun karşılığındada ekonomilerinin eksiği olan temel gıda maddeleri ve ipek alıyorlardı.