R*A*D*Y*O***E*Y*L*U*L
|
|
| HANLILAR... | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
*CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:42 am | |
|
Hokand Hanlığı (1710-1876)
Şibanoğulları'ndan olan Şahruh, 1710 yılında, Fergana'da bir hanlık kurdu. Bu hanlığın merkezi Hokand idi. Fergana, Özbekler zamanında Maveraünnehir'e bağlı kalmıştı. Daha sonra peygamber soyundan geldiklerini iddia eden ve Hoca denen Seyyîdler tarafından idare edilmişti.
Şibanoğulları'ndan Şahruh'un kurduğu hanlık 1758'de kısa bir süre Çin hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı 19. yüzyılın ilk yarısında Alim, Muhammed ve Mehmed Ali Han'lar zamanında hanlığın sınırları. Taşkent ve Yesi şehirlerini içine alıyor Balkaş Gölü'ne kadar uzanıyordu.
Hokand Hanlığı, tıpkı Buhara Hanlığı gibi 1868'de Rus himayesini kabul etmek zorunda bırakıldı. 1876'dan itibaren de tamamen Rus hâkimiyetine alınarak ortadan kaldırıldı.
| |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:42 am | |
| Kaşgar-Tufan (Çağatay) Hanlığı
Onbeşinci yüzyılın başlarında, Doğu Türkistan ve eski Uygur bölgesinde, Çağatay Hanedanı hüküm sürüyordu. Bunlar Müslümanlığı benimsemiş ve Müslüman olmayan Oyrat ve Kalmuklarla savaşmakta, cihad etmekteydiler.
Çağatayların hükümdarı Veyiz Han,1418-1428 yılları arasında bir yandan iktidarı sürdürüyor, bir yandan da sulama kanalları açarak tarımı geliştirmeye çalışıyordu. Kaşgar, Yarkent ve Hotan çevresine tamamen hâkimdi.
Veyis Han 1429'da öldü ve oğulları Esen Buğa ile Yunus Beğ arasında taht kavgası başladı. Emir Doğlat Seyyid Ali, Esen Buğa'yı destekledi ve Esen Buğa tahta çıktı. Bilgin ve edib olan kardeşi Yunus Beğ ise Timuroğulları'ndan Uluğ Beğ'e sığındı.
Yunus Beğ, tahttan vazgeçmemişti ve ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Esen Buğa 1462'de ölünce aradığı fırsatı buldu ve Timurlu Ebu Said han' ın desteği ile bütün batı Çağatay bölgesini ele geçirdi. Ama Kaşgar, Yarkent ve Hotan civarı, şeklen Çağatay Hanına bağlı olan Türk Doğlat ailesinin elinde kaldı.
Timurlu Ebu Said ölünce oğulları birbirine düştüler. Bu kavgalara Yunus Han da karıştı. 1484'de Taşkent'i Timurlulardan alarak başkentini Tufan'dan buraya nakletti 1486'da ölen Yunus Han'ın yerine oğlu Ahmet han geçti. Oyratlara ve Kalmuklara karşı başarılı seferler yapan Ahmed Han, Kaşgar ve Yenihisar'ı ülkesine kattı. Kendisi Aksu ve Turfan'da, yeni Eski Uygur bölgesinde hüküm sürüyor, kardeşi Mahmud Han ise Taşkent'te oturuyor, ülkenin batı bölgesini idare ediyordu.
Bu sırada, Mahmud Han'a bağlı ve onun hizmetinde bulunan Muhammed Şıbanî Türkistan'da hanlığını ilân etti ve Semerkant'a girdi. Bunun üzerine Ahmed Han ve Mahmud Han kardeşler kuvvetlerini birleştirerek Şıbanî'nin üzerine yürüdüler. Fakat önceki bölümde de gördüğümüz gibi bu savaşta Şibanî galip geldi, Ahmed ve Mahmud Han kardeşleri esir aldı. Şıbanî., Taşkent ve Sayram'ı ülkesine kattıktan sonra esir kardeşleri serbest bıraktı. Ahmed Han 1503'te öldü ve yerine oğlu Mansur geçti. Mansur,Uygur Hanı olarak tanınıyor, Kaşgar, Yarkent ve Hokand'ı kardeşi Said Han idare ediyordu. İki kardeş İslâmiyeti yaymak için çaba harcadılar.
Uygur (Turfan) Hanı Mansur, 1543'te öldükten sonra taht kavgalara başladı ve Çin de bu kargaşalığı körükledi. Fakat, zayıflayarak da olsa, Turfan Hanlığı veya Sultanlığı uzun zaman devam etti.
Hanlığın Kaşgar koluna hükmeden Said Han'dan sonra, yerine oğlu Abdürreşit geçti (1565). Fakat, Doğlatların, Kırgız-Kazakların saldırılarına uğrayan hanlık gittikçe küçülüyordu ve 16. yüzyılın sonunda Kaşgar'dan ibaret kalmıştı. Bu bölge de Mançu sülalesi zamanında (1644-1911) Çin'e bağlandı. Ama ayaklanmalar devam etti.
1866'da Yakub Bey'in başlattığı isyan, Türkistan'a bağımsızlık kazandırmak amacına yönelikti. Yakub Bey, "Atalık Gazi" unvanı ile anılır. Çin'e bağımlılığı reddederek kendini Kaşgar Hanı ilan etmişti. Doğudan Çinliler, kuzeyden Ruslar, güneyden İngilizler Doğu Türkistan'ı tehdit ediyordu.
Yakub Han, bu devletler kendisine her türlü vaadde bulunur, bir yandan da ülkesini işgal etmek için fırsat kollarlarken, asıl bağlanacağı devletin Osmanlı İmparatorluğu olacağını biliyordu ve 1870'te elçiler göndererek Sultan Abdülaziz'e bağlılığını bildirdi. Osmanlılar Kaşgar'a askerî öğretmenler ve bir miktar silâh göndermekten başka bir yardım yapamadılar. Çünkü kendi durumları da iyi değildi.
Yakub Han, 1877'de öldü ve direniş kırıldı. Çinliler bu tarihte Kaşgar-Turfan (Çağatay) Hanlığı'nı topraklarına kattılar ve bu bölgeye "Yeni Fethedilmiş Ülke" anlamına gelen Sinkiang (Sincan) adını verdiler.
| |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:42 am | |
| Buhara Hanlığı (1599-1785)
Ruslar 1554'de Astrahan Hanlığı'nı topraklarına kattıkları zaman, hanedan mensubu Yar Muhammed Han, kaçıp Buhara'ya gelmişti. Yar Muhammed'in oğlu Can, Buhara hâkimi olan Şîbanoğullarından İskender'in kızı ile evlendi. Bu evlilikten doğan Bakî Muhammed, Özbek Hanlığı Safevîlere yenilip ortadan kalkınca, 1599'da, kendini Buhara Hanı ilân etti. Böylece kurulan Buhara Hanlığı 185 yıl kadar bağımsız bir devlet olarak varlığını korudu.
Büyük merkezlerden Fergana 1700'e Belh ise 1740'a kadar Buhara hanlığı'na bağlı kaldılar.Bu sırada İran tahtına, Oğuzların Avşar boyundan olan Nadir Şah geçmişti. Bu şah, 1740'ta Maveraünnehir'e girdi. O dönemde Buhara Hanı olan Ebül Faiz, İran'ın hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı ve Belh'ten çekildi.Buhara Hanlığı fetihler peşinde koşan bir politika takip etmedi. Sadece varlığını korumaya çalıştı.
Buhara Hanlığı'nın son hükümdarı Ebül Gazi zamanında, 1758-1785 yılları arasında, ülke, Moğol asıllı ama Türkleşmiş Mangıt'lara geçti. Maveraünnehir, Türkmenistan, Horasan'ın bir kısmı ve Güney Türkistan'a hâkim olan Mangıtların başbuğu Miranşah Murad, Buhara hanlık tahtını işgal etti. Böylece Buhara Hanlığı'nda hanedan değişmiş oluyordu.
Mangıtlar zamanında devletin sınırları daralmaya başladı ve giderek Buhara-Semerkant bölgesinden ibaret kaldı. 19. yüzyıl sonlarına doğru Türkistan içlerine gittikçe yayılan Ruslar, Mangıtlara ait toprakları da işgal ettiler. Komünist ihtilâlinden sonra Buhara da öteki Türk illeri gibi Rus topraklarına katıldı. Buhara ve Semerkant, Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içine alındı.
Buhara, İslâm hâkimiyetinin ilk çağlarında dünyanın sayılı büyük şehirlerinden ve kültür merkezlerinden biri idi. Burada pek çok bilim adamı ve edib yetişmiştir. Bilim adamlarının en büyüğü ve en meşhuru Hâdis bilgini Ebû-Abdullah Muhammed Buharî'dir. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:43 am | |
| Sibir Hanlığı
İrtiş boyu, I. yüzyıldan beri çeşitli Türk-Kıpçak boylarının yaşadıkları bir saha idi. Sibir'in doğu kısmında hâkimiyet süren İnal adlı bir Kırgız hanı, Çingiz'e tabi olduktan sonra, burası Moğol İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi, sonraları ise Coçi (Cuci) Ulusu'na ve dolayısıyla Altın-Ordu'ya bağlandı.
Altın-Ordu'nun parçalanmasından sonra kurulan (batı) Sibir (Sibirya) Hanlığı'nın bilinen ilk hükümdarı, Mamık oğlu Taybuğa'dır. Çingiz ona, İrtiş, Tobul, İşim ve Tura ırmakları boyunu verdi; bu hanlığın merkezi, bugünkü Tümen şehri (veya ona yakın bir yer) olsa gerektir; o zamanki adı "Çinki" (veya Çimki)-Tura idi. Sonraları buraya sadece "Tura" denmiştir.
Taybuga'dan sonra oğlu Hoca Han sonra da onun oğlu Mar Han tahta çıkmıştır. Kazan Hanlığı'na bağlı küçük bir beyliğin başında bulunan Opak'ın kız kardeşi ile evlenen Mar Han, aralarında çıkan mücadelede ölünce, Mar'ın oğulları Opak'ın sarayına alınmış ve Sibirya Hanlığı bunun idaresine geçmiştir. Mar Han'ın torunları Muhammed ile Angış kaçarak dedelerinin memleketini ellerine geçirmişlerdir. Muhammed Han, eski merkezi bırakarak, dana emin bir yer olan, İrtiş nehri üzerindeki (bugünkü Tobolski'nin 17 km. yukarısında) "İsker" (İskir veya Kışlak) şehrini başkent yapmıştır. Bu ailelerin sonuncusu olan Yadigâr'ın saltanatı, Kazan Hanlığı'nın Ruslar tarafından istilâsı zamanına rastlar.
Batı'daki en kuvvetli kale olan Kazan'ın düşmesinin (1552), Sibirya'ya büyük tesiri olmuştur. Bu durum karşısında Yadigâr Han, bir taraftan, yaklaşan Rus tehlikesini hafifletmek, diğer taraftan, güneydeki Türk Kazak-Kırgız bozkırlarından gelen hücumlara karşı koyabilmek maksadıyla 1555'te Moskova'ya elçiler göndererek Rus Çarı İvan'ı başarısından dolayı tebrik etmiş ve kendisinin de onun tabiiyetine girmek istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine Moskova elçisi İsker'e gelmiş ve 1556'da Moskova'ya dönüşünde Yadigâr'ın bir elçisi ona refakat etmiş ve 1557'de karşılıklı elçiler gidip gelmiştir. Bu sıralarda Yadigar, Sibir'de hakimiyet sürebilmek için, bazı bozkır hanlariyle mücadeleye tutuşmuştu. Yadigâr'ın en büyük rakibi Çingiz sülâlesinden Şiban neslinden olduğu rivayet edilen Küçüm Han idi.
1556'dan az sonra, Küçüm ile Yadigâr arasında mücadele başladı ve 1563'te, İrtiş nehri üzerindeki "İsker" şehri ve Batı Sibir Hanlığı'nın idaresi Küçüm'ün eline geçti.
Küçüm Han, İrtiş boyundaki Türk (Tatar) kavimleri, Şaman dininde olup eski âdetlerine bağlı idiler. Küçüm Han, Buhara Hanı Abdullah Han'a müracaat ederek, İsker şehrine, İslâmiyeti öğretecek hocalar gönderilmesini rica etti; bunun üzerine Buhara tarafından bazı din âlimleri ve şeyhler geldi ve İslâmiyet'in yayılmasına yardım ettiler.
Türk uruğlarının bir kısmı, hele İrtiş ve Obi nehirleri ile Altay dağlarına yakın sahadakiler yine de şamanlıkta kalmışlardır. Küçüm Han'ın gayreti sayesinde İsker şehri ve civarı ahalisi oldukça yüksek bir medeniyet seviyesine çıkabildiler. Fakat, hanın bu hayırlı faaliyeti Rus hücumu ile sekteye uğradı ve han, medeniyeti yaymak yerine, memleketini Ruslar'a kaptırmamak için savaşmak zorunda kaldı.
Novgorod'dan gelen Ruslar'ın kıymetli kürkler arayarak, 1032'de Urallar'a kadar vardıkları, fakat "Yugralar"ın hücumuna maruz kalarak çekildikleri biliniyor. Bundan sonra uzun zaman Novgorodlular'ın "Yugra"ya karşı hareketlerinden bahsedilmiyor.
Fakat tabii bu yıllar içinde Ruslar bu bölgedeki hedeflerinden tamamen vazgeçmiş değillerdi nitekim Toktamış Han'ın 1391'de Betkuk adlı bir Tatar başbuğunu gönderip Vyatka şehrindeki Ruslar'a hücum ettirmesi, Tuktamış Han'ın Kama boyunu Rus tehlikesinden korumak istediğini göstermektedir. Fakat Altın-Ordu'nun yıkılması üzerine, Ruslar'ın Urallar'a doğru yayılmalarını durduracak bir kuvvet kalmadı; Kazan Hanlığı ise bunu yapacak durumda değildi. Novgorodlular'ı Ural bölgesine çeken unsur, kıymetli kürklerdi.
Novgorod'un nüfuzu azalınca onun "kolonileri" de Moskova'nın eline geçti. Bundan sonra Moskova hükümeti Yuğra arazisine asker göndermeğe başladı. 1465'de Moskova kuvvetleri Yuğra'ya sevk edildiler. Nitekim Ruslar 1483'de Urallar'ı aşarak Vogul arazisine girdiler. Knez Kurbskiy'nin kumandasında yapılan bu hareket Ruslar'ın Urallar'ın ötesine yaptıkları ilk büyük seferdi.
Ruslar, Vogullar'ı Pilim ırmağı civarında yenerek, oradan Tavda ırmağı boyunca İrtiş'e indiler ve Obu nehrine vardılar. 1499'da yeniden bir sefer açıldı, fakat mesafenin uzaklığı ve sahanın ormanlık ve soğuk olması yüzünden, burada daimî bir Rus hâkimiyeti kurulamadı. Yuğra'da ve Sibir'de Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde Stroganovlar adlı bir tüccar-kolonizatör ailenin faaliyeti çok mühim rol oynamıştır.
Stroganovlar ailesinin kökeni, katiyetle tespit edilemiyorsa da, atalarından birinin Altın-Ordu mirzalarından Rus hizmetine giren ve ortodoksluğa geçen bir Tatar olması kuvvetle muhtemeldir. Bu kişinin çocuğu ve torunları Novgorod şehrinde yerleşmişlerdir. Az sonra bu aile büyük bir servet sahibi olmuş, Novgorod'un kuzey Rusya'daki "koloniler"inde büyük bir ticaret faaliyeti göstermeğe başlamıştır.
1445'de Moskova knezi Vasiliy Vasilyeviç, Kazan Hanı Uluğ Muhammed tarafından esir edildiğinde, hana ödenecek kurtuluş parasının Stroganovlar tarafından verilmiş olması, Stragonovlar'ın bu sıralarda çok zengin olduklarını gösterdiği gibi, bu ailenin Moskova knez ailesi ile sıkı münasebetini açığa vurmaktadır. Zaman içinde bu ailenin nüfuzu giderek artmış ve sonuçta Stroganovlar ailesinden iki birader Kama nehrinin baş kısmı ve Çusovaya nehri boyuna Ural dağlarına kadar elde etmiştir; inşa ettirdikleri müstahkem noktalar, Rus hâkimiyeti için birer dayanak yeri oldu.
1573'te Sibir hanı Küçüm'ün biraderi Muhammed Kul'un Kama boyuna kadar bir akın yapması üzerine, Stroganovlar daha esaslı müdafaa tertibatı almaya başladılar. Moskova'ya yaptıkları müracaat neticesinde, Çar onlara Tahçı ve Tagıl ırmakları boyunda müstahkem şehirler inşâsına ve yerli Vogul, Ostyk, Samoyed ve Yugralar'dan başka ücretli hizmette kullandığı Kazaklar'dan kıtalar kurarak Sibir Hanlığı'na karşı harbe başlamaları bildirildi. Sibir'in Rus hâkimiyetine girmesinde işte bu aile ön ayak olmuş, Sibir'e karşı büyük ölçüde ilk seferi bunlar tertip etmişlerdir.
XV. yüzyıldan itibaren, Rusya'nın güneyinde "Kazak" adiyle bir zümre türemişti. Bunlar, Rus boylarının ve knezlerinin zulmünden kaçan aşağı tabaka, bilhassa soylu zümrelerinden teşekkül etmekte idi. Bilhassa Don nehri ve Özü ırmağı boylarındaki muhtelif semtleri yurt edinen bu kaçaklar, "kanun ve hâkimiyet tanımayan" kimseler manasına gelen ve aslen Türkçe bir söz olan "Kazak" adını almışlardı. Rus Kazakları'ndan önce, güney Rusya'da "Kazak" adiyle Türk zümrelerinin bulunduğu anlaşılıyor; Rus "Kazakları" işte bu Türk "Kazak"larının yaşayış tarzlarını ve teşkilâtlarını taklit etmişler, ona bazı Rus hususiyetlerini katmışlardı.
Geçim vasıtaları Don ve Dnepr boyunca yaptıkları balıkçılık, mahdut miktarda ziraat olmakla beraber, en mühim faaliyetleri çapulculuktu. Lehistan-Litvanya arazisinden başka, Don ve Dnepr boyunca inerek Karadeniz'e kadar çıktıkları ve hattâ Anadolu sahillerinde çapulculuk yaptıkları olurdu.
Moskova'dan Azak ve Kefe şehirlerine gidip gelen Rus tüccarları da bu Kazaklar'ın hücumuna maruz kalırdı. Kazaklar, kendi aralarından seçtikleri başbuğları (atamanları)nın idaresinde, birkaç bin kişilik kitle halinde harekete geçerler, komşu yerleşik memleketlerde soygunculuk ederlerdi. Don boyundaki Kazaklar'ın birçoğu yakalandı ve öldürüldü; bir kısmı da İdil yakınına kaçtılar ve buradan yukarıya çıkarak Kama boyuna geldiler. Bu zümrenin şefi sonraları "Sibir fatihi" adını alacak, Yermak Timofeyeviç idi. Hakikî adının ne olduğu tespit edilemiyor, ancak Türkçe bir kökten geldiği tahmin edilen "Yermak" adının sonradan uydurulduğu anlaşılıyor.
İşte bu Kazak "atamanı", 1577 yılının sonbaharında, maiyetindeki birkaç bin kişiyle, Stroganovlar'ın hâkim oldukları sahaya geldi. Stroganovlar'ın, Çar İvan'dan aldıkları berata göre "hırsız ve kaçak olan kimseleri" kabul etmeleri yasak olduğu halde, Yermak'ı yanlarında alıkoydular. Yermak ve arkadaşlarının esas gayeleri yağma ve soygunculuk yapmaktı; Kazaklar, Urallar'ın arkasında kolayca yağma yapmak imkânını öğrenince, Sibir arazisine gitmeğe hazırlandılar. Stroganovlar tarafından inşâ edilen müstahkem mevkilerden hareketle, 1578, 1579 ve 1580 yıllarında Urallar'ı aşarak, Sibir'e ulaşan nehirleri takiben Batı Sibir sahasına çıktılar ve buraları yağma etmeğe başladılar.
| |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:43 am | |
| Kazaklar'ın önce 5.000 kişilik bir kitle teşkil ettikleri anlaşılıyor; bunlardan mühim bir kısmı ateşli silâh, yani tüfekle donatılmışlardı. Fakat yıl geçtikçe, Yermak'ın yanındaki Kazaklar'ın adedi azaldı.
Yermak, 1580 yılının Ağustosunda Tura ırmağı üzerindeki Çimki (veya Tümen) şehrini zaptetti. Yermak bu defa kışı geçirmek için Ural sahasına dönmedi, Tura boyunda kaldı. Bu saha Küçüm Han'a tabi idi. Küçüm Han, Yermak'a karşı savaşmağa karar verdi ve kuvvetlerini toplamağa başladı.
Yermak ve Kazaklar'ı, Küçüm Han'ın arazisini ele geçirmek maksadiyle, 1581 yılının yazında kat'î harekete geçtiler. Küçüm Han, Tavda ırmağı civarındaki "Baba Hasar" adlı bir köy yakınında Kazaklar'ı durdurmak için büyük bir kuvvet gönderdi. Çarpışmalar beş gün sürdü. Kazaklar'ın adedi 2.000 kişi bile olmadığı halde, ateşli silâhları sayesinde üstün geldiler. 21-26 Temmuz günlerinde cereyan eden bu "Baba Hasan" muharebeleri, Sibir'in mukadderatını tayin etmiştir. Yermak, Eylül ortalarında seferine devamla, Tobul nehrinden İrtiş ırmağına geçmeğe muvaffak oldu. Bu sırada Kazaklar'ın ancak 545 neferi kalmıştı. Küçüm han, İrtiş'in doğu tarafında, Tobul'un mansabından 2-3 km. mesafedeki "Çuvaş" adlı küçük bir şehri Yermak'a kaptırmamak için mühimce bir kuvvet ile hücuma geçti ise de, muvaffak olamadı. Küçüm Han'ın, hattâ iki topu bile vardı; fakat topçuları bunları kullanmasını bilmediklerinden, bunlardan fayda temin edilemedi.
Sibir hanının yenilmesi üzerine, hana tabi olan ve birlikte Kazaklar'a karşı savaşan Ostyaklar ve Vogullar, Küçüm Han'dan ayrıldılar. Kendi yurtlarına gittiler. Bu durum neticesinde Küçüm Han'ın kuvveti büsbütün azaldı ve maneviyatı kırılmağa başladı. Vaziyetin çok hassas bir safhaya girdiğini gören Küçüm, 1581 yılının 25/26 ekim gecesi, payitahtı olan İsker şehrinden gizlice kaçtı. Ertesi gün burası Kazaklar tarafından işgal edildi. İsker veya Kışlak şehri, İrtiş nehrinin yüksek bir yamacı üstünde yapılmış müdafaası gayet kolay bir mevki idi; fakat Küçüm Han'ın askerleri Kazaklar'ın tüfekleri karşısında korkuya kapıldıklarından, payitahtı müdafaa edemediler. Yermak'ın İsker şehrini ele geçirmesi ve burada yerleşmesi üzerine, etraftaki Ostyak ve Tatar ahali kendisine vergi ödemeği kabul ettiler. Serseri Kazak güruhunun atamanı, bu suretle adeta bir hükümdar derecesine yükselmiş bulunuyordu.
1581 yılındaki hareketler ve savaşlar sonunda Yermak'ın yanında gayet az asker kalmıştı. Bu kadarcık adamla, tüfeklere rağmen, Rusya'dan çok uzak bir yerde, arkadan yardımın gelmesi için yolları çok uzun ve çetin olan bir memlekette, uzun zaman tutunamayacağını biliyordu.
Bundan ötürü, Moskova Çarı'na elçi gönderip, ele geçirdiği bu geniş ülkenin idaresini Rus Çarı'na vermek teklifinde bulundu ve bunun mukabilinde evvelce işlediği suçlarının affını diledi. Bu maksatla, Kazak başbuğlarından Kotso'yu, yanına 50 kişi katarak, 1581 sonunda Moskova'ya gitmek üzere yola çıkardı. Yermak, Sibir ülkesinin idaresi için valinin tayinini ve askerî yardım gönderilmesini de ricâ edecekti.
Moskova'da, Yermak'ın Sibir'deki muvaffakiyetlerin kimsenin haberi yoktu. İvan, Yermak'ın ubudiyet-nâmesini alıp, Kazaklar'ın Sibir'deki muvaffakiyetlerini öğrenince ve gönderdiği birçok kıymetli suçlarının affedildiğini bildirdi. Sibir'in zaptı münasebetiyle Moskova kiliselerinin bütün çanları çalındı, Rusya'ya "yeni bir padişahlığın" katılmış olduğu ilân edilerek büyük şenlikler yapıldı. Yermak'a ve Kazaklarına kıymetli hediyeler götürmek üzere, Koltso Sibir'e gönderildi.
Yermak İsker şehri ve çevresini eline geçirmekle beraber, etraftaki bir çok Tatar uruğu, fırsat düştükçe Kazaklar'la çarpışmaktan geri kalmıyordu. Bilhassa, Küçüm Han'ın biraderi Muhammed Kul, Kazaklar'a karşı çetin mücadeleye girişmişti.
Kahramanlığı ile tanınan Muhammed Kul, Yermak için büyük bir tehlike teşkil ediyor, Kazaklar'ın, İsker'deki hâkimiyetlerini gün geçtikçe şüpheli bir duruma sokuyordu. Sibir'de tutunabilmek için her şeyden önce bu Tatar başbuğunu ortadan kaldırmak şarttı.
Muhammed Kul, maiyetindeki kuvvetleriyle âni baskınlar yapıyor ve çabucak çekilip gidiyordu; bu yüzden yakalanması müşküldü. Kazaklar Sibir'e gelmelerinden önce de Tatar beyleri arasında birlik olmadığı biliniyordu. Kazaklar'ın galebesi üzerine Küçüm Han'ın ve taraftarlarının düşmanları büsbütün arttı; ihanetler baş gösterdi. Mirzalardan Sinbahtı adlı bir hain, Yermak'a bir adam göndererek, Muhammed Kul'un nerede bulunduğunu bildirdi. Kazak atamanı oraya hemen askerlerini gönderdi, ve âni bir baskınla Muhammed Kul'u yakalattı.
Muhammed Kul'un esir edilişi, Küçüm Han için ağır bir darbe oldu. Bu vakadan sonra birçok Tatar büyüğü Han'ı terk ettiler. Sibir yurdunda durum büsbütün karıştı. O sırada Sibir'in eski hanı Yadigâr'ın biraderi Bekbulat oğlu Seyyid Ak, hanlık iddiası ile ortaya çıktı. Küçüm Han'ın bir "karaca"sı (en büyük mirzalarından biri) Tura ırmağı boyuna göç etti ve Han'dan ayrıldı.
Bu suretle, Sibir Tatarları, tarihlerinin en müşkül anında, müşterek düşmana karşı el birliğiyle savaşacakları yerde, ancak kendi şahsî menfaatleri peşinde koşuyorlar, buna ulaşmak için ihanetten, entrikalardan ve kardeş harbinden geri durmuyorlardı. Onlar, bu hareketleriyle, Sibir'e gelen bir avuç Rus Kazağı'nın işini büsbütün kolaylaştırıyorlardı.
Yermak'ın elçileri, Moskova'ya gidip-geldikleri sırada (1581 Aralık-1582 Mart), Yermak kendisi İrtiş ve Obi nehirleri boyunda bazı seferler yaptı. Ostyaklar ve Vogullar itaat altına alındı.
Nihayet 1552 Mart'ında, Koltso ve arkadaşları Moskova'dan döndüler. Çar'ın cevabı Yermak'ın durumunu tamamıyla kuvvetlendirdi. Moskova hükümeti tarafından tayin edilen umumî vali (namestnik) Bolhovskiy ve muavini Gluhov ile birlikte 1583 yılı Kasım ayında, 500 kadar Rus askeri İsker şehrine geldiler. Bununla Sibir'de Rus hâkimiyeti kurulmuş oldu. Mamafih mücadele bitmiş değildi; İsker'e yakın yerlerde bile Rus nüfuzu teessüs etmemişti. Yukarda adı geçen "karaca" mirza, İsker'e bile hücumlarda bulunuyordu. 1584 Martında vukubulan böyle bir hücum Kazaklar tarafından püskürtüldü.
İsker şehrindeki Kazaklar'ı ve Rus askerlerini beslemek için yiyecek kalmadığından ve bunları etraftaki ahaliden almak da mümkün olmadığından, Ruslar arasında müthiş bir kıtlık ve hastalık baş gösterdi; hattâ, ölenlerin lâşeleri yendiği bilinmektedir. Bu yüzden İsker şehrindeki Rus ve Kazaklar'dan birçoğu ve ilk Rus valisi Bolhovskiy de hastalanarak öldü. İdare işleri, bu yüzden, yardımcısı Gluhov'un eline geçti.
Yermak, hem iaşe durumunu düzeltmek, hem de henüz itaat altına alınmayan bazı Tatar uruğlarına boyun eğdirmek maksadı ile, İrtiş nehrinin yukarısına doğru bir sefer açtı. Tatarlar, İrtiş ırmağı mansabında şiddetli bir mukavemette bulundularsa da, Kazaklar önünde kaçmak zorunda kaldılar. Buralardaki uruğlar Küçüm Han'a tabi idiler.
Yermak, İrtiş nehrinin batı tarafındaki "Kullar" adındaki bir kaleyi almak teşebbüsünde bulundu ise de, muvaffak olamadı ve İrtiş nehrini takiben yukarı çıkmağa başladı. Bir müddet sonra, fikrini değiştirdi ve geri dönmek kararını verdi. Kazak kayıkları İrtiş boyunca aşağıya inmekte iken, "Buhara'dan bir tüccar kervanının gelmekte olduğu" haberi alındı.
Yermak, bu kervanı yağmaya karar verdi; bu maksatla, İrtiş'e akan Vagay nehri boyunca hızla ilerlemeğe başladı; fakat kervana bir türlü tesadüf edilmedi. Kazaklar, çok yorgun olduklarından "Atbaş" adlı bir yere gelince, geceyi burada geçirmeğe karar verdiler ve oradaki küçük adaya çıktılar.
Yermak ve Kazakları, oralara yakın bir yerde bulunan Küçüm Han tarafından dikkatle takip ediliyorlardı; gece olup, Kazaklar derin bir uykuya dalınca, Küçüm Han'ın askerleri Kazaklar üzerine anî bir baskın yaptılar ve bir Kazak müstesna, hepsini de kılıçtan geçirdiler. Yermak'ta ödürülenler arasında idi. Bu olay 5/6 Ağustos 1584 tarihinde cereyan etti. Yermak'ın Küçüm Han tarafından öldürüldüğüne bir türlü inanmak istemeyen Rus tarihçileri, onun "kayığa binmek için İrtiş nehrine atladığını, fakat Çar tarafından hediye edilen kürkü giymiş olduğundan, baskını esnasında Tatarlar tarafından öldürüldüğü, daha ciddî tetkiklere göre, muhakkak sayılmaktadır.
Sibir fatihi Yermak Timofeyeviç, Küçüm Han'ın adamları tarafından öldürüldü, Sibir'in kahraman savunucusu Küçüm Han da, hiç olmazsa, bu suretle intikamını almış oldu.
Yermak'ın öldürülmesi, İsker'deki Kazaklar'ın ve Ruslar'ın durumunu tamamıyla fenalaştırdı. Bu sıralarda, zaten, İsker'deki Rus valisi Gluhov'un yanında ancak 150 asker kalmıştı. Bu kadarcık bir kuvvetle Sibir'de tutunmak imkânsızdı. Bu vaziyet karşısında Ruslar Sibir'den kaçmağa mecburdular.
Nitekim, Gluhov Kazakları ve Rus askerlerini alarak, 15 Ağustos 1584 tarihinde, İsker'den çıktı ve Rusya'ya dönmek üzere hareket etti. İsker şehri ise az sonra Bekbulat oğlu Seyyid Ak tarafından işgal edildi.
Tam bu sıralarda, Moskova'dan Sibir'e gitmek için, vaktiyle Hıristiyanlığa geçmiş olan Tatar mirzalarından Mansurov adlı birinin kumandasında, 100 Rus askeri ve birkaç top yola çıkarılmıştı. Mansurov Obi nehrine ulaşınca, Ostyaklar'ca tapılan ve büyük bir mukaddesattan sayılan "putları" top ateşine tuttu ve yıktı. Bunun üzerine Ostyaklar büsbütün korkuya kapıldılar ve Rus hâkimiyetini tanıdılar. Bu defa Sibir ülkesi, kuzey tarafından Ruslar'ın eline geçmeye başladı.
Gluhov Moskova'ya dönüp Sibir'deki durum hakkında izahat verince Mansurov'un 100 kişilik bir kuvvetle fazla bir şey yapamayacağı anlaşılmıştı. Bu defa Sibir'e 300 kişilik bir kuvvet ve toplar gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar 1586 kış başında yola çıkarıldılar.
Sibir'in kati olarak ele geçirilmesi ve Rus hâkimiyetinin teessüsü için yeni bir plân tatbik edilecekti. Evvelâ mühim istinat noktaları, tahkimli mevkiler yapılacaktı. Rus kıtaları, mukavemet görmeden Tura nehrine kadar geldiler.
İlk iş olarak, eski Tatar başkenti olan Çingidin şehrine yakın bir yerde, Tura nehri kıyısında "Tümen" adıyla bir şehir ve bir kale kuruldu. Burası Ruslar'ın Sibir'de yaptıkları ilk şehirdir.
Ertesi sene, buraya, Moskova'dan 500 kişilik bir kuvvet geldi. 1587'de, İrtiş nehrinin sağ kıyısında, Sibir Hanlığı başkentinden 16-18 km. mesafede, İrtiş ile Tobul ırmaklarının birleştiği bir yerde Tobolsk şehri kuruldu. Burada iki kilise ve kışlalar inşâ edildi. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:44 am | |
| Küçüm Han, bütün muvaffakiyetsizliklere bakmaksızın, Ruslar'a karşı savaşa devam etti. Onun, bir aralık (1590'da) hattâ Tobolsk şehrine kadar ilerlediği biliniyor. Moskova'dan Sibir'e boyuna yeni kıtalar gönderildiğinden, Ruslar gün geçtikçe kuvvetleniyorlardı; yeni şehirler ve kaleler inşa ediyorlardı. Moskoflu Rus askerlerinden başka Tobolsk şehrine, esir alınan Polonyalı ve Litvanyalılar'ın ve Dinyeper boyundan Kazaklar'ın da getirildiği biliniyor. Bu faaliyet uygun olarak, İrtiş nehrinin batı kıyısında, Tura nehrine yakın ve "Tara" adını taşıyan üçüncü bir şehir daha kuruldu. Tara şehrinin kumandanına Küçüm Han'a karşı harekete geçmesi emri verildi.
Küçüm Han'a tabi Tatar uruğları 1584-1595 yıllarında birkaç defa Ruslar tarafından baskına uğradılar; fakat Küçüm Han ele geçirilemedi. Nihayet 1598 yılının Ağustosunda, Küçüm Han, Obi nehrine yakın "Urmin" mevkiinde Ruslar'ın hücumuna uğradı. Çarpışma esnasında Küçüm Han'ın yakınları Ruslar'ın eline düştü; Küçüm Han'ın kendisi ise, yine kurtuldu. Ruslar, Küçüm Han'ın esir edilen aile efradını Moskova'ya gönderdiler. 1598 Ağustosundan sonra bu kahraman Türk hanı hakkında kaynaklarda malûmat verilmiyor.
Zaten bu müthiş darbe ile Küçüm Han'ın siyasî ve askerî faaliyeti sona erdirilmişti. Küçüm Han, aile efradını, hanlığını ve varını-yoğunu Ruslar'a kaptırmıştı. Bundan sonra, onun Sibir'in güney sahasına çekildiği anlaşılıyor. Fakat Ruslar'a karşı mücadele edecek kuvveti kalmamıştı. Onun, Çar Feodor İvanoviç ile münasebete giriştiği biliniyor. İrtiş boyundaki bir mıntıkanın kendisine bırakılmasını rica etmişti. Moskova Hükümeti ise, Küçüm Han'ın Moskova'ya gelerek Çar'n hizmetine girip, "rahat etmesini" teklif ediyordu. Fakat ihtiyar han böyle bir zillete katlanmak istemedi, Moskova'da "rahat etmektense" kendi ilinde kalmayı tercih etti.
Ebûlgazi Bahadır Han'ın verdiği malûmata göre; Küçüm Han, Buhara'ya gitmiş, Mangıtlar arasında kalmış, gözleri kör olmuş ve 1003 hicrî tarihinde (1595 ?) ölmüştür; fakat bu tarihin yanlış olduğu tahmin ediliyor. Çünkü 1598'de Küçüm Han'ın Ruslar'la savaştığı Rus kaynaklarınca tespit edilmiştir. Bundan sonra Ruslar, Baykal gölüne kadar ilerlediler; Baykal gölünü de aşarak Amur nehri vasıtasıyla Japon denizine kadar varmak imkânını elde ettiler. Ancak Çin hududuna ulaştıktan sonra, toplarla donanmış Çinliler'i gördüler ve durakladılar. Kuvvetin ancak kuvvetle durdurulabileceği hakikatini bu münasebetle bir daha görmüş olacağız.
Bu suretle, Kazan Hanlığı'nın sukutundan otuz yıl bile geçmeden Rusya'nın doğu sınırları bir hamlede 1.000 km.'den fazla genişledi ve birkaç milyon kilometre kare arazi Moskova hâkimiyeti altına alındı; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Sibir ülkesi Rus hâkimiyetine geçmiş oldu.
1587'de Tobolsk şehrinin kurulması ile, Batı Sibir'de, askerlerden başka şehir ahalisi ve bilhassa kıymetli kürkler toplamak için gelen tüccarlar çoğaldı; diğer yandan, Yermak'ın işini devam ettirmek isteyen Kazak çeteleri de yok değildi.
Rus nüfuzu, Obi nehri boyuna da yayıldı; bu mahallerde oturan Rus memurları, yerli ahaliden devlet hasabına "yasak" (kürkler), kendileri için "takdime" (hediye), ve tüccarlar namına da 1/10 nisbetinde kürk almak suretiyle, Sibir Tatarları'na, Astyaklar'a ve Vogul (Mans)lar'a, Moskova hükümetinin zulüm rejimini tatbike başladılar. "Yasak" ödemeyenler veya ödeyemeyecek durumda olanlar, şiddetli cezalara çarptırılıyorlardı
Rus hâkimiyetinin dayandığı müstahkem mevkiler, Kuzey-Doğu Sibir'de de yapılmakta idi; Taz ırmağı ağzında, 1601 yılında kurulan Mangazay (Mangazeya) şehri, Ruslar'ın Doğu Sibir'e girişleri için mühim bir basamak yeri oldu. Birkaç yıl sonra da, Yenisey nehrine Turuhan ırmağının döküldüğü mahalde Turuhansk şehri yapıldı (1607).
Tom nehrinin aşağı kısmında, 1604'de, Tomsk adiyle bir kurgan (hisar) kurulması, Ruslar'ın, İç Rusya'da karışıklıklar başladıktan sonra da Sibir'i işgale devamlarını göstermektedir. Rus çetecileri, Kazaklar'ı ve "iş adamları", küçük kitleler halinde, Sibir'in içlerine sokulmakta, yerli ahaliyi yağma etmekte, veya "yasak"a bağlamakta idiler. XVII. y.y. başlarında Rus nüfuz sahası, İrtiş ve Yenisey başlarında göç eden Kırgız-Kazak sahasına varıp dayanmıştı.
Ket nehrinin Yenisey'e yaklaştığı bir yerde, 1618'de, Makovski kurganı kuruldu; buradan Rus kayıkları, karadan sürüklenerek Yenisey nehrine naklediliyordu. Yenisey kıyısında da "Yeniseysk" şehri yapıldı (1619). Ruslar bu defa "Yukarı Tunguska" ve Baykal gölünden akan Angara nehirleri boyuna sokulmak, aynı zamanda Yenisey nehrinin baş kısmına gitmek imkânlarını buldular.
Avrupalılarca adları birbirine karıştırılan Türk asıllı Kazak ve Kırgızlar'ın "Kazak" boyu Türkistan'ın kuzey kısmındaki geniş sahalarda yaşıyor, Yenisey ve Obi nehrine kadar uzanıyorlardı. Ruslar, Türk-Kazaklar'ı "Kırgız"lardan ayırmak için bunlara "Kırgız-Kazak" (veya Kirgiz-Kaysak) diyorlardı.
Kazaklar'ın bir kısmı göçebe olmakla beraber, ziraatle de meşgul oluyorlardı. Vaktiyle büyük bir devlet teşkil eden Kırgız-Kazaklar, sonraları dört kısma bölündüler; her biri birer "han" tarafından idare edilirdi. Her hanın idaresinde ayrıca küçük uruğlar da vardı, bunlar han'a vergi ödüyorlardı; bu gibi uruğlara "kıştım" denirdi. Kazaklar, Ruslar'a karşı daha çok mukavemet gösterdiler.
1628'de, Yenisey'in yukarı kısmında, Ruslar, Kazak sahasında, Kızılcar (Krasnogorsk) şehrini kurmuşlardı. Kazak-Kırgızlar bu şehre karşı hücuma geçtiler ve Rus Kazakları'nı Kızılcar'da kuşattılar. Rus-Kazaklar, ateşli silâhları sayesinde uzun müddet dayanabildiler.
Kırgız beylerinden Tutuş'un, Rus vaadlerine kapılması, onların mukadderatını tayin etti; Tutuş, Ruslar'a "yasak" ödemeyi kabul etmekle, Kazak-Kırgız kavmi de Rus nüfuz bölgesine alınmış oldu. Maamafih bu durumdan memnun olmayan Kazak-Kırgız uruğlarından mühim bir kısmı, güneye, Yedisu tarafına göç etti; eski yurtlarında kalanlar da, Ruslar'a karşı mücadeleden vazgeçmediler. Beylerden İrenek, Kara İrtiş boyundaki Kalmuklar'dan yardım alarak, Rus müstevlileriyle çarpıştı.
Sibir kavimlerinin en mühimlerinden biri de Moğol-Buryatlar idi. Bu kavim ayrı uruğlar halinde, Angara nehri boyunda ve yukarı Lena havzasında yaşıyorlardı. Kırgızlar ve diğer Türk kavimleriyle temas neticesinde, Buryatlar, başka bir Sibir kavmi olan Tunguzlar'a (Evenk) hücum ederek bunlardan "yasak" alırlardı. Ruslar, Yukarı Tunguska nehrini takiben, bu nehrin baş kısmı olan Angara'ya geldiler, ve 1630'da "Bratski Ostrog"u kurdular; bu suretle, Ruslar tarafından Buryatlar sahasına da el konmuş oldu.
Rus Kazakları, Buryatlar'ı "yasak" ödemeye zorlamaya başladılar; fakat mukavemetle karşılaştılar. Buryatlar, 1635'te, "Bratski Ostrog" yanında Kazaklar'ı kuşattılar ve 50 kişi öldürdüler. 1641'de, Buryatlar arasında Rus tahakkümüne karşı umumî bir ayaklanma patlak verdi. Lena nehri yukarı sahasındaki Ruslar'ın bulundukları mahallelere hücum edilerek, büyük bir tahribat yapıldı. Fakat Ruslar'ın tüfekleri karşısında, Buryatlar çekilmek zorunda kaldılar. Buryatlar'a, bazı Tunguz uruğları da katıldılarsa da, Ruslar az sonra vaziyete hakim oldular ve ayaklanan uruğları yeniden "yasak" ödemeye mecbur ettiler.
Buryatlar, 1644-1645 ve 1648 yıllarında da "yasak" ödemeyi reddederek, Rus Kazaklar'a karşı harekete geçtiler. Fakat, bütün hareketler şiddetle bastırıldı. Buryatlar, Moskova'dan gönderilen voyvodalar, hizmet-adamları ve Kazaklar tarafından merhametsizce soyuluyorlardı. Yasak toplamak için Yeniseysk'ten gönderilen İvan Pohabov adlı bir boyar oğlunun şiddeti ve zulmü, Ruslar'ın bile hiddetine sebep olmuş ve bu adam hakkında tahkikat açılmıştı.
1652'de, Angara'nın baş kısmında İrkutsk (Ürküt) şehri kuruldu; böylelikle Baykal gölüne yakın sahada oturan Buryatlar boyunduruk altına alındılar. Tunguzlar'ın ve Buryatlar'ın Ruslar'ın eline geçmeleriyle, Sibir'in büyük bir kısmı Moskova hükümetine bağlanmış oldu.
Baykal gölünün doğusundaki ve Lena nehrinin baş kısmında, Yurakı Tunguska ırmağından başlayarak, Yenisey nehrinin sağ tarafında, (doğu kısmı), Kuzey Buz denizi sahili olan Taymur yarımadasına kadar, Tunguzlar yaşıyordu.
Küçük beylerin idaresinde, ayrı uruğlar halinde yaşayan Tunguzlar, "Tayga" ormanlarında göç ediyor ve kürklü hayvanları avlamakla geçiniyorlardı. Çok muharip bir kavim olan Tunguzlar, Ruslar'ın Tayga'ya nüfuz etmelerini durdurmak istedilerse de, ateşli silâhın kuvvetine boyun eğmek mecburiyetinde kaldılar. Tunguzlar da, diğer Sibir kavimleri gibi, Rus Kazakları'na ve Rus memurlarına "yasak" ödemeye ve rehine (ananat-emanet) vermeğe mecbur tutuldular.
1648'de, Baykal gölünün doğu kısmında Barguzin şehri kurulmakla, Tunguzlar'ın bir kısmı sıkı bir Rus kontrolü altına alınmıştı. Kuzeydeki "tayga" sahasında yaşayan Tunguzlar'ın itaat altına alınması için daha uzun zaman geçti. Rus voyevodalarının gönderdikleri adamlar, senenin muayyen zamanlarında, miktarı tespit edilen kürkleri toplayarak geri dönüyorlardı; Tunguz uruğlarının birçoğu, XVII. y.y. sonuna kadar Ruslar'a karşı çarpışmağa devam ettiler. Fakat her taraftan Rus hücumuna maruz bulunduklarından, boyun eğmek mecburiyetinde kaldılar. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:44 am | |
| Kendilerine "Saha" adı veren Yakutlar esas itibariyle bir Türk kavmidirler. Baykal gölü civarından göç ederek, tedricen Lena boyunu işgal eden Yakutlar, Doğu Sibir'in en eski kavimlerindendir. Yakutlar'ın dili, diğer Türk şivelerinden epey farklı olduğundan onların Türk kitlesinden çok erken ayrıldığı ve Sibir'in diğer unsurlarıyla karışarak, bir Yakut kavmi meydana getirdiği anlaşılmaktadır.
Yakutlar, eski Türk yurdundan hayvanlarını da (at, sığır) birlikte getirdiklerinden, Sibir'in şiddetli iklim şartlarına bakmaksızın, ehli hayvan beslemeğe devam edebilmişlerdi. Böylelikle, Sibir'in şimalindeki diğer kavimlerden farklı bir ekonomik hayat kurmuşlardı. Hayvan beslemekten başka, nehirlerde balık ve ormanlarda kıymetli kürk avlamak meşguliyeti de çok gelişmişti.
Yakutlar, hemen hemen bütün Lena havzası boyunca yarı uruğlar halinde yaşıyorlardı. Bu uruğlara, Yakutça "con" deniliyor ve her "con"un başında, kendi beyleri, (Yakutça "toyon") bulunurdu. "Toyon" (toyun) eski bir Türkçe lâkap olup, Avarlar'da ve Hazarlar'da rastlanmaktadır; bunun Rusça'ya da (Hazarlar vasıtasıyla) geçtiği ve XVII. y. Yıla kadar kullanıldığı biliniyor. Sibir'e Ruslar girmek üzere iken, Yakutlar'ın, bir kısmının Tigin adlı bir "toyun"un idaresinde bulundukları rivayet edilmektedir; Tigin adı da Türkler'de maruf adlardan olup "prens" manasına gelir.
Yakutlar'ın en kuvvetli uruğu, Lena nehrinin sol sahilinde yaşayan "Namas"lar idi. Bunların güneyinde de "Kangalas"lar, Lena'nın sağ tarafında, çok kalabalık bir uruğ olan "Mengin"ler vardı. Aldan'a dökülen Tanda boyunda "Borogon"lar, daha doğuda "Baturust"lar, "Batulin"ler v.b. Yakut uruğları bulunuyordu.
Dış ticarette en mühim mal teşkil eden ve yabancı memleketlerin devlet adamlarına rüşvet ve hediye olarak dağıtılan kıymetli kürklere, Moskova'nın çok ihtiyacı vardı. Samur, sansar, kara tilki, kakım, sincab ve kunduz gibi kıymetli kürklü hayvanların en iyisi, Yakutlar'ın ülkesinde bulunurdu. Bundan haber alan Ruslar, "Lena" boyuna geçerek, Yakutlar'ı da "yasak" ödemeğe zorlamağa başladılar.
1632'de Lena nehrinin orta kısmında, Yakutsk şehri kuruldu. Yakutlar üzerindeki Rus hakimiyeti işte bu şehirden icra edilecekti. Rus "yasakcı"ları, Yakutlar arasında muhtelif yerlerden giriyorlar ve "kürk" topluyorlardı; aynı yerde bazen iki grubun adamları faaliyette bulunuyorlardı. Mangazay (Mangazeya)'dan gönderilen bir Rus (Kazak) müfrezesi 1633 ilk baharında, Yakutsk şehrinden gönderilen bi rbaşka Rus grubu ile karşılaşmıştı. Rus Kazakları veya "iş adamları", bazan kendileri için "kürk" talep etmek maksadıyla Yakutlar arasına gidiyorlardı. Böylece Yakutlar ülkesi, tam bir Rus yağmasına uğramış bulunuyordu.
1633'de, Yakutlar Ruslar'a karşı durmak teşebbüsünde bulundular ve birkaç Rus Kazağını öldürdüler. 1634'te, birkaç Yakut uruğu ayaklandı; fakat bunlar, Yakutsk şehrindeki Kazak atamanı, İvan Galkin tarafından şiddetle bastırıldılar. İkinci büyük ayaklanma da 1636-1637 yıllarında oldu; bu hareket de aynı şiddetle tedib edildi.
Rus Kazakları az olmalarına bakmaksızın, ateşli silâhlarıyla, Yakutlar arasında dehşet saçıyorlar ve birkaç bin kişilik Yakut kalabalığını, kolayca dağıtıyorlardı. Bir Kazak atamanı, 1637'de, Aldan nehri boyunca çıkarak, 1638'de "Butal'ski Ostrog"u kurunca, Yakutlar'ın esas yurtları da Rus kontrolü altına girmiş oldu. 1639 sonunda Aldan Yakutları, Tunguzlar ile birlikte, Ruslar'a karşı ayaklanmak teşebbüsünde bulundularsa da, yine muvaffak olamadılar. 1641'de, Yakutsk şehrine Moskova tarafından tayin edilen voyvoda Petr Golovin'in gelmesiyle, Yakut yurdunun Rus idaresi tarafından sistemli bir şekilde soyulmasına başlanmış oldu.
Voyevoda Petr Golovin, çok az bir zaman içinde zulmü ve açgözlülüğü ile şöhret buldu. Yakutlar'dan, mutad "yasak"tan başka çok miktarda kürk, voyevodanın şahsı için toplanıyordu; bu yapılırken, yerli halk bin bir türlü hakarete maruz kalıyor ve işkenceye tabi tutuluyordu. Yakutlar, buna karşılık olmak üzere, 1642'de, kürk toplamak için gelen Rus memurlarına taarruz etmek istediler; fakat bu teşebbüsleri, Golovin tarafından şiddetle bastırıldı. 23 Yakut rehinesi (amanat) asıldı, birçok Yakut da sopa ile dövülerek öldürüldü.
Canavar ruhlu bir kimse olan Golovin, kürklerin sayısını çoğaltmak maksadıyla "yasak" usulünü değiştirdi. Ondan evvel, "yasak"tan bütün bir uruğ toptan sorumlu tutulurken, bu defa Yakutlar'ın umumî sayımı yapıldı, her şahıs muayyen miktarda kürk getirmeğe mecbur tutuldu; bununla Ruslar'ın eline geçen kürk miktarı çok fazlalaştı. Bu hususta şu rakamlar tespit edilmişti: 1633/34'de, Yakutsk atamanı İvan Golovin'in voyvodalığının ilk yıllarında 9.665 samur toplandı; üç yıl sonra da, yani 1644/45'te "yasak" olarak 11.531 samur alındı. Golovin dört yıl içinde, Moskova'ya "yasak"tan gelen 102.131 samur kürkü gönderdi. Bu hesaba diğer kıymetli kürkler girmiyordu. Bu rakam Moskova hazinesini doldurmak ve Rus devletini zenginleştirmek için Yakut Türkleri'nin nasıl soyulduklarını açıkça gösterir.
İstanbul'a ve Kırım'a gönderilen veya Batı Avrupa saraylarına, devlet adamlarına hediye ve rüşvet olarak sunulan samur kürkleri, bu suretle, zavallı Sibir kavimlerinden zorla, ölüm tehdidiyle Rus memurları tarafından, "yasak" (vergi) namiyle toplanan veya gasp edilen kürklerden ibaretti. Yakutlar, bu ağır yükten kurtulmak için ümitsizce ayaklanmalar yaptılar, fakat Rus Kazakları'nın kurşunlariyle binlerce Yakut öldürüldü ve ayaklanmalar bastırıldı; Ruslar'a henüz "yasak" vermeyen diğer uruğlar da bu mükellefiyeti taşımağa mecbur edildiler.
1636-1648 yıllarında, Anabara, Olenek, Yana-İndigirka ve Kolma ırmakları boyunda yaşayan Yakutlar da "yasak"a bağlandılar; bu sahada da Rus "kışlak"ları, "kurgan" (kale)leri tesis edildi. Yerlilerin büyükleri, "amanat" (rehine) olarak alındı; herkesten muayyen miktarda kürk teslim edilmesi istendi. Önceleri, ancak nehir boylarında hareket eden, buralarda müstahkem mevkiler, "kurgan"lar yapan Rus müstevliler, bir müddet sonra "tayga" (orman) içlerine de sokuldular. Tayga alanlarında, Rus Kazakları'nın "kışlak"ları (karakolları) tesis edildi; buralara Rus ahalisi gelmeğe başladı. Yakutlar'ın, doğu komşuları Yukagirler de, Ruslar'a "yasak" ödemeyenler arasına katıldılar.
XVII. y.y. ortalarında, Kamçatka ve Çukça arazisinden başka, Sibir baştan başa Moskova Çarlığı'na tabi bir ülke haline getirildi. 30-40 yıl gibi, çok kısa bir zaman içinde -Sibir gibi muazzam bir ülkenin Ruslar tarafından, pek küçük kuvvetlerle, ve az masrafla, ele geçirilmesinin en mühim sebebi: buralarda yaşayan kavimlerin (Tunguz, Buryat, Yakut, Kırgız v.b.) Ruslar'a karşı cephe teşkil etmeyerek, her kavmin ve hattâ her bir uruğun kendi haline bırakılmış ve tek başına Ruslar'a karşı savaşmak zorunda kalmış olmasıdır. Bu kavimlerin çoğu gayet ibtidaî bir kültür basamağında bulunmakta idiler. Ateşli silahı hiç görmemiş ve işitmemiş olan bu Sibir kavimleri, 20-30 kişilik Rus Kazağına, kitle halinde boyun eğiyorlardı. Bundan dolayı Rus mütevliler 30-40 yıl içinde 4-5 bin km.'lik bir sahayı kolayca işgal edebildiler.
Rus çeteleri ve müstevlilerinin Baykal gölünün doğu çevresindeki Buryat sahasına gelmeleri ve 1684'de Baykal kıyısında Barguzin hisarını kurmaları üzerine, Buryatlar'dan birçoğu Rus baskısından kaçarak, güneye, Moğolistan'a göç etmişti. Ruslar, bu defa, doğu istikametinde ilerleyerek, Amur'un baş kısmı olan Silka nehrine ulaştılar ve 1658'de bu nehir üzerinde Nerçinsk adiyle bir kasaba kurdular.
Rus Kazakları'ndan kendi başlarına hareket eden bir "hırsız" çete, Amur nehri boyunca inerek, yerli Daur kavminin beyi Albaza'nın şehrini ele geçirdiler ve burada yerleştiler; bununla "Amur Kazakları"na ait bir merkez tesis edilmiş oldu. Buyratlar, Tunguzlar ve Daurlar Ruslar'a karşı mücadele ettiklerinden, bu kavimleri Rus idaresi altına almak için, Rus hükümet kuvvetleri ve münferid "iş adamları" tarafından teşkil edilen kıtalar, bunlar üzerine sevk edildi.
1643'te Yakutsk şehrinden, Vasili Polyarkov'un kumandasında, Amur boyunca gönderilen bir Rus askerî birliği, Daurlar'ı "yasak" ödemeğe zorladı ise de, Rus başbuğlarının aç gözlülüğü ve şiddetleri Daurlar'ın ayaklanmalarını mucip oldu. Polyarkov ve askerleri hepsi de kılıçtan geçirildiler. Bu suretle, Ruslar'ın Amur boyunda hâkim olmak teşebbüsleri boşa çıktı. Bunun üzerine, Yerofey, Habarov adlı bir "iş adamı" kendi hesabına bir kuvvet topladı, ve Amur boyuna gitti. Ruslar yerli ahali üzerine ani baskınlar yaptılar; erkekleri, kadınları ve çoluk-çocukları öldürdüler veya esir aldılar. Aynı zamanda çokça "yasak" topladılar. O sıralarda, "Albazin Kazakları" da, Rus voyvodasının hâkimiyetini tanıdılar; Amur boyu, bu suretle, yeniden Ruslar'ın eline geçmiş gibiydi. Zeya nehrinin Amur'a döküldüğü yerde, 1683 tarihinde, Aygun adiyle kurulan yeni Rus şehri, aşağı Amur bölgesindeki Rus hakimiyetini sağlayacaktı. Fakat hâdiseler başka türlü gelişti.
Ruslar'ın bu kadar süratle ilerlemeleri, o sırada Asya'nın en büyük ve kuvvetli devleti olan Çin'in şüphesini uyandırdı. Çinliler, Çin'e gelen Fransız Çizvit rahiplerinden, Avrupa usulü top dökmeyi ve ateşli silah kullanmayı öğrenmişlerdi.
Ruslar, Sibir'e ayak bastıkları 1581 tarihinden beri karşılarına "ok"la donanmış, teşkilâtsız dağınık "avcı" kavimlerle karşılaşmışlar, önlerine çıkan her kavmi kolaylıkla itaat altına almışlardı. Fakat bu defa, Sibir fütuhatına başlamalarından tam yüz elli yıl sonra, Ruslar'ın karşısına topları olan Çinli kuvvetler çıktı ve bununla Rus ilerleyişi hemen durdu.
Çinliler, 1628'de Nerçinsk voyevodasından, Zeya ağzındaki Aygun kalesinin yıkılmasını istediler. Ruslar buna razı oldular ve kaleyi yıktılar. Çinliler bunu da kâfi görmeyerek Ruslar'a karşı harekete geçtiler. Amur üzerindeki Albazin mevkiini aldılar, ve yıktılar. Ruslar, burayı yeniden kurmak teşebbüsünde bulundukları zaman, Çinliler tarafından püskürtüldüler. Ruslar'ın, bu durum karşısında Amur boyunda tutunamayacakları açıkça anlaşıldı. Bunun üzerine, Moskova hükümeti, 1689'da, Çin ile yaptığı Nerçinsk uzlaşmasıyla, Amur nehrinin sol (kuzey) tarafını, Zeya havzasını tamamiyle Çin'e bırakmak zorunda kaldı. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:45 am | |
| Hîve Hanlığı (1512-1920)
Hive Hanlığı, 1512 yılında, Şîbanî ailesinden İl-Bars tarafından kuruldu. Daha önce bu bölgede Harezm 1510'da Özbeklerden Safevîlere geçti. Safevîler merkezlere Şiî valiler yerleştirmişlerdi. Halk bunlara isyan etti ve ayaklanmayı idare eden İl-Bars, Ürgenç şehri merkez olmak üzere bir hanlık kurdu.
İl-Bars, 1525'te vefat etti. Onun soyundan gelen hanlar ülkeyi, Kalmuklara ve Özbeklere karşı korudular. 1619 yılında kuraklığın sebep olduğu ekonomik sıkıntı yüzünden Ürgenç merkez olmaktan çıktı ve Hive şehri başkent oldu.
Çağatay Edebiyatının en güzel örneklerinin verildiği merkezlerden bir Hîve'dir 1643-1663 yılları arasında hüküm süren Hîve hükümdarı Ebül Gazi Bahadır Han, aynı zamanda büyük bir tarihçidir. "Şecere-i Türk"ve "Şecere-i Terakime" adlı eserleri meşhurdur. Bunlar, Türk ve Türkmen tarihi ile ilgili eserlerdir ve Türkolojinin ana kaynakları arasında yer alırlar.
Ebül-Gazi Bahadır Han'ın oğulları zamanında da Hîve bir ilim merkezi olmaya devam etti. Fakat askerî bakımdan güçlü değildi. Nadir Şah zamanında İran'a bağlı kalarak varlığını sürdürdü. 1783'te Rus himayesini kabul etmek zorunda kaldı.
Hive tahtında 1804'e kadar Harezm hanları bulunmuştu. Bunların sonuncusu olan III. Ebül-Gazi Bahadır Han' dan sonra hanedan değişti ve yeni hanedanı Kongratlar kurdu. Kongratların ilk hükümdarı, Mehmed Emin İnak'ın torunu İl-Tüzer Bey'dir.
İl-Tüzer'in yerine geçen kardeşi Mehmet Rahim Han zamanında (1806-1825), Aral Gölü dolaylarında bir hanlık kurmuş olan Karakalpaklar'ın ülkesi de Hîve Hanlığı'na katıldı. Fakat artık Türk hanlıkları tam bağımsız değildiler. Ruslar baskılarını artırıyordu.
Komünist ihtilâlinden sonra hanlık kaldırıldı. Son Hîve hükümdarı Moskova'ya götürüldü ve orada öldürüldü. 1924'de Hîve hanlığı'nı Türkmenistan, Özbekistan ve Karakalpkistan arasında paylaştırarak ortadan kaldırdılar. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:45 am | |
| Astrahan Hanlığı (1466-1577)
Astrahan Hanlığı, İtil (Volga) Nehri'nin Hazar Denizi'ne döküldüğü yerde, Astrahan şehrinde kurulmuştur (1466). Astrahan şehrinin asıl adı Hacı Tarhan idi. Altın Ordu hanlarından Küçük Muhammed'in torunu Kasım Han tarafından kurulan bu hanlık ancak 91 yıl bağımsız kalabildi.
Astrahan mıntıkası, Orta Asya ile Güneydoğu Avrupa bozkırları arasında tabiî bir geçit teşkil ettiği için, asırlarca Türk kavimlerinin doğudan batıya doğru giden akınlarına ve bunlar tarafından kurulan birçok devlet teşkilâtlarına sahne olmuştur. Biz burada V. Asırda Bulgarlar'ı, VII-X. Asırda Hazarlar'ı, X. Asırda Peçenekler'i, XI. Asırda Kumanlar'ı buluyor ve nihayet XIII. Asırdan itibaren, Moğollar'ın rehberliği altında harekete geçen yeni ve kuvvetli bir dalganın gelmesiyle, Altın Ordu adı altında büyük bir devletin kurulduğunu görüyoruz.
XV. asrın sonlarına doğru, merkezî kuvvetin zayıflaması ile, dağılmak mecburiyetinde kalan Altın Ordu devleti sahasında, Kazan, Kırım hanlıkları ile Nogay Ordası yanında, payitahtı Astrahan olmak üzere, Küçük Muhammed'in torunu, Mahmûd oğlu Kasım Han tarafından bir de Astrahan Hanlığı tesis edilmiştir (1466). En mühim ticaret yolu üzerinde bulunduğu ve zenginliği yüzünden komşu devletler ile göçebe kabileleri celb ederek, bunların daimî hücumlarına maruz kaldığı için dahilî istikrarını bulamayan bu Türk hanlığı, kuvvetleri ve devamlı bir varlık gösterememiştir. Ahalinin büyük bir kısmının göçebe olup, merkezî hükümetten ziyade, kendi beylerine bağlı kalmaları da, Hanlığın zayıflamasına sebep olmuştur.
Astrahan Hanlığı, Kâsim Han (1466-1490) ile kardeşi Abdülkerim Han (1499-1504) devirlerinde, merkezi Saray olmak üzere, eski Altın Ordu'nun bir kısmında hüküm süren amcaları ile işbirliği temini sayesinde, nispeten sâkin bir hayat yaşamışsa da devletin son devirleri, bilhassa Kırım Hanı Mengli Giray'ın Saray'ı tahribinden sonra (1502), komşu Kırım Hanlığı ile Nogay Orda'sının bu mıntıkayı kendi nüfuzları altında bulundurmak için yaptıkları mücadeleler içinde geçmiştir. Bu mücadelelerin iç vaziyeti ne kadar sarsmış olduğunu hanların sık sık değişmeleri de açıkça göstermektedir.
Rus Çarı IV. İvan, Kazan Hanlığı kuvvetlerini mağlûp edip, Kazan'ı zaptettikten sonra (1552), Astrahan üzerine asker sevk ederek kendi tabii sıfatiyle Şeyh Haydar oğlu derviş Han'ı, tahta geçirmiş (1554), fakat Derviş Han'ın, Ruslar aleyhine Kırımlılar'la münasebete girişmesi üzerine, tekrar asker sevk edip, Astrahan Hanlığını Çarlığa ilhak etmiştir (1557). Derviş Han, kaçarak Azak kalesine sığınmıştır.
Gerek yerli Türk kuvvetleri ve gerek Kırım ve Türkiye, Ruslar'ın buralara kadar uzanarak, Türkler'in arkasına düşmelerinin iyi bir netice vermeyeceğini anlamışlar ve mühim mıntıkanın Türkler elinde kalması için çalışmışlardır. Fakat kuvvetlerin birlikte hareket etmelerinin temin edilememesi, bu yoldaki teşebbüsleri neticesiz bırakmıştır. Bu yüzden Kanunî Süleyman'ın 1563'te yapmak istediği sefer, Malta seferi de araya girdiği için, yapılamamıştır.
II. Selim devrinde, Sokullu Mehmed Paşa, gerek İran seferi için nakliyatı ve gerek Türkiye ile Türkistan arasında ulaşımı temin etmek için, Don ile İdil nehirleri arasında bir kanal açarak, Karadeniz ile Hazar denizini birleştirmek istemişti. Bu maksatla Astrahan seferine karar verilmiş ve 1567'de seferin maddî ve manevî bakımdan zarurî olduğu izah edilerek, Kırım Han'ına yazı gönderilmişti.
Nihayet 1569 senesinin ilkbaharında, Kefe Beyi Kasım Bey kumandasında, 3000 yeniçeri ile 20.000 sipahi gönderilmiş, Silistre, Niğbolu, Köstendil, Amasya, Canik ve Çorum alay beyleri ve 30.000 asker ile Devlet Giray da onlara katılmışlardı. Bu kuvvetler himayesinde kanalın kazılmasında ancak başlanmakla kalmıştır. Karadan hareket eden kuvvetler Eylülde Astrahan yakınlarına gelince, kışlamak üzere bir istihkâm da yapılmağa başlanmıştı. Fakat asker arasında yayılan haberlerden kuşkulanan Kasım Bey, Devlet Giray'ın da teşviki ile, ağaçtan yapılmış olan istihkâmları yakarak, 20 Eylül'de Kırım'a geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır.
III. Murad zamanında, Astrahan meselesi tekrar mevzubahis olmuş, Rus Çarı nezdinde teşebbüsler yapılmış ve nihayet bir sefere karar verilmişse de, bunun da arkası gelmemiştir. Böylece, düşmanın kuvvetinden ziyade Türk zimamdarlarının kendi aralarında anlaşamaması yüzünden, bu Türk ülkesinin mukadderatı, uzun bir zaman için tâyin edilmiş oldu.
Astrahan şehri, Altın Ordu Devleti'nin başlangıçlarında, eski Hazar Devleti'nin merkezi olan İtil şehri civarında, şehrin sağ sahilinde kurulmuş ve ticaret limanı olarak ehemmiyetini bugüne kadar muhafaza etmiştir.
İbn Battuta'nın "büyük çarşıları havi, pek güzel bir şehir" diye tarif ettiği bu şehrin, o zamanlarda hanların yazlık ikametgâhları olduğu anlaşılıyor. A. Kontarini, şehrin hanın üç yeğenine ait olduğunu ve bunların da burada yalnız kışın birkaç ay kaldıklarını, alçak duvar ile çevrilmiş olan bu büyük şehrin, evlerinin pek iyi olmadığını ve yakında tahrip edilmiş olmaları icab eden büyük binaların harabeleri bulunduğunu zikrettikten sonra, şehrin evvelce mühim ticaret merkezi olup, Bizans'tan Don yolu ile her nevi malın geldiği söylendiğini kaydediyor.
Şehir 1395/1396'da Timur tarafından tahrip edilmişse de, XV. Asırda, bilhassa Altın Ordu'nun payitahtı olan Saray'ın inhitatından sonra, tekrar, ticaret merkezi olarak eski ehemmiyetini kazanmıştır. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:45 am | |
| Kasım Hanlığı (1445-1552)
Kazan Hanlığı'nın kurucusu Uluğ Muhammed Han'ın oğlu Kasım tarafından 1445 yılında kurularak 1681'e kadar sürmüş olan "Kasım Hanlığı", doğu Avrupa'daki Türk devletleri ile Slavlar arasındaki mücadelenin değişik ve karışık bir safhasını teşkil eder.
Uluğ Muhammed Han, 1445 tarihli son Rus seferinde Vladimir'e kadar ilerlemiş ve 7 Haziran günü yapılan Suzdal meydan muharebesinde büyük bir zafer kazanarak Moskova çarı Vasiliy'i esir almıştı. Vasiliy, ileri sürülen bütün barış şartlarını kabul edince serbest bırakılmıştır. Sulh şartlarına göre, harp tazminatından başka, Moskova, Altın Ordu'ya karşı olan mükellefiyetlerini şimdi Kazan'a karşı ifâ edecekti. Sulh şartlarının yerine getirilmesini kontrol etmek üzere gerek Moskova'da ve gerek Rus vilâyet merkezlerinde birçok Kazanlı memur yerleştirilmiştir.
Bu anlaşmanın diğer bir mühim maddesi de, Moskova'nın nüfuzu altında bulunan Oka nehri üzerinde kurulan Kasım şehri merkez olmak ve civarındaki bölgeyi içine almak üzere "Kasım Hanlığı"nın kurulması olmuştur. Bu hanlığın kurulması ile Uluğ Muhammed, kendi oğlu Kasım idaresinde Moskova Knezliğinin iç durumunu kontrol altında bulundurmak ve gerektiğinde derhal müdahale etmek imkânına sahip oluyordu. Buradaki askerî kuvvetlerin masrafı birçok Rus şehirlerinin gelirlerinden karşılanacak, Moskova hazinesinden de her yıl para ödenecekti.
Sulh şartlarını, ancak sonradan öğrenen Rus halkı arasında hoşnutsuzluk baş göstermiş, şehirlerde camilerin yaptırılması da ahaliyi tahrik etmiştir. Kazan devleti ile yapılan anlaşmadan 3-4 ay sonra Vasiliy tahtından indirilerek gözlerine mil çekilmiştir. Bunun üzerine, Moskova'daki mevcut durumu muhafaza etmekle görevli Kasım Han, 1447'de Vasiliy'i tekrar Moskova tahtına geçirmiş, 1449, 1450 ve 1452'lerde Vasiliy'nin rakibi Şemaka'ya karşı seferler tertip etmiştir.
Kazan Hanı Uluğ Muhammed'in ölümünden sonra yerine büyük oğlu Mahmûd (1445-1462), sonra Mahmûd'un oğlu Halil (1462-1467), sonra Halil'in kardeşi İbrahim (1467-1479) geçmiştir. Bu sırada Kazan'da bir sülâle ihtilâfı baş göstermiş ve İbrahim'e karşı, Uluğ Muhammed'in ikinci oğlu Kasım Hanı, Kasım'ın namzetliği ileri sürülmüştür. Kazan'ın iç işlerine karışma imkânı vereceğinden, Moskova da bu hadise ile yakından ilgilenmiştir. Rus yardımcı kuvvetleri tarafından da desteklenen Kasım, İbrahim'e karşı harekete geçmişse de, başarı kazanamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Kasım Hanlığı'nın kuruluşundaki gayeyi ters bir yöne çeviren Kasım'ın bu hareketi, durumu kökünden değiştirmiştir. Böylece Kasım Hanlığı, Kazan Devleti'nin mühim bir vazifesini gören ileri karakolu olmaktan çıkarak, Moskova'nın, Kazan Hanlığı'nın iç işlerine karışmasını sağlayacak siyasî bir âleti haline gelmeye başlamıştır. Kasım Hanları'nın Moskova'da itibarları daha da artmış, aynı zamanda vergilerini de almakta devam etmişlerdir. Moskova Devleti, Kasım Hanlığı'nın askerî bilgilerinden faydalandığı gibi, İslâm devletlerine karşı onları siyasî bir perde olarak da kullanmaya çalışmıştır.
Ruslar, 1468-1486 yılları arasında Altın Ordu üzerine açtıkları seferde, Kasım Hanı olan Dalyan Han da onların safında yer aldı. Dalyan Han 1486'da ölünce, Kırım Hanı Gazi Giray'ın oğlu Nurdevlet, Kasım Hanı oldu. Böylece Kasım Hanlığı bir süre Kırım Hanlığı'na bağlandı. Fakad Nurdevlet de Rus nüfuzuna girmekten kurtulamadı. Onun ölümünden sonra yerine geçen oğlu Satılgan, gerçekten Ruslara satılmıştı (1491).Kasım Hanlığı 1552'den itibaren tamamen Rus nüfuzuna girmişti ama şeklen 1861'de kadar devam etti.
Son hanlar zamanında Kasım hanlığı, Moskova tarafından tayin edilen Rus valiler tarafından kontrol edilmiştir. Seyid-Burhan'ın Hıristiyanlığı kabul ederek Vasiliy adını aldıktan sonra da Kasım Hanlığı tahtında bırakılmış olması, bu hanlığın artık Moskova'nın dış siyaseti için önemini kaybettiğini göstermektedir. Diğer cihetten Müslüman ahalinin zorla Hıristiyanlaştırılarak Ruslaştırılması siyasetine de hız verilmiş, fakat Fin kavimlerine tatbik edilen bu siyaset, müslümanlar arasında başarı kazanamamıştır. Bu yolda gayret gösteren Ryazan Başpiskoposu Mihayil, faaliyetini Müslüman ahali arasında da genişletmek isteyince halk isyan etmiş ve 1656'da piskopos öldürülmüştür. Seyid-Burhan'ın ölümünden sonra Arslan Han'ın zevcesi Fatıma Sultan-Bike tahta geçmiştir (1679-1681). Mühim bir maksatla kurulmuşken sonraları Türk ülkeleri aleyhine kullanılmış olan Kasım Hanlığı, 1681'de Fatıma Sultan-Bike'nin ölümü ile sona ermiştir.
Kasım Hanlığı'nın sınırları üzerine açık bilgi mevcut değildir. İlk zamanlarda oldukça geniş sahayı kaplamakla beraber, Moskova'nın kontrolü altına girerek idarî taksimata tabi olduktan sonra, bunun Kasım, Yılatom, Şatsk ve Temnik kazalarını içine aldığı görülmektedir.
Türkçe'de Han-Kirman, Kirman, Kirmen, Kermen adları ile de anılan Kasım şehri, Oka nehrinin sol yüksek sahili yamacında, Oka'ya dökülen iki küçük ırmağın arasında kurulmuştur. Kasım Han tarafından yaptırılan taş cami yıkılarak 1768'de onun yerine 2 katlı başka bir cami yapılmıştır. Eski minaresi ise ayakta kalmıştır. Meşhur seyyah Pallas, 1768'de ziyaretinde eski sarayın harabelerini görmüştür. Pallas (1768) ve Velyaminov-Zernov'un (1863) eserlerinde, bugün de mevcut olan eski binalardan büyük Hanlar türbesi ile Avgan türbesi üzerine bilgi verilmiştir. 1909'da 17.075 olan nüfusun 2000'i Müslüman idi. Kasım ve civarında konuşulan dil, Türkçe'nin kuzey-batı grubuna dahil olup, bazı fonetik özellikler dışında, Kazan şivesine çok yakındır. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:46 am | |
| Kırım Hanlığı Kırım Hanlığı, Kırım Altın-Ordu imparatorluğu içinde mümtaz bir bölge teşkil etmekte idi. XIII. asır sonlarına doğru Nogay, Altın-Ordu hanına karşı Karadeniz şimalindeki stepler ile Kırım'ı müstakilen elinde tutuyor ve Balkanlar ile Bizans üzerinde siyasî üstünlüğünü ve himayesini kurmağa çalışıyordu. Nogay'ın bertaraf edilmesinden sonra da (1300), Kırım geniş salahiyetli valiler idaresinde mümtaz durumunu muhafaza etti (bk. îbn Battuta, Seyahatname, tür. yer.). Kırım'da oturan beyler yarımada dışındaki steplerde dolaşan kalabalık muharip kabîlelere dayanmakta idiler ve Cenevizliler ile ihtilafları eksik olmuyordu.
XIV. asrın ikinci yarısında Altın - Ordu'da hüküm süren taht kavgaları sırasında, Kırım rakip beylerin ve hanların sığındıkları başlıca bir bölge halini aldı. 1380'de Mamay, Toktamış Han'a yenilince, Kırım'a kaçtı. Aynı suretle İdikü (Edike) Toktamış'a karşı mücadelesinde Kırım'ı üs olarak kullanıyordu. Bu suretle Kırım parçalanmakta olan Altın - Ordu hanlığı içinde müstakil bir siyasî varlığa namzet görünüyordu. Cengiz Han soyundan prensler, bu bölgeye dayanarak, hanlıklarını ilan etmekte ve sonra Volga üzerinde merkezi ele geçirmeğe çalışmakta idiler. Toktamış Han bunlardan biridir. 1394/1385e doğru, Toktamış gibi, Cuci'nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan olan Baş-Timur Kırım'da sikkeye kendi adını da koyarak, hakimiyet iddiasında bulundu. Kırım onun atalarının yurtluğu idi . Onun oğulları rakiplere (Ulug Muhammed ve Edike) karşı mücadelelerden sonra nihayet Kırım'da ayrı bir hanlık kurmağa muvaffak oldular.
Kırım hanlığının hakikî kurucusu Hacı Giray sayılır ve adını taşıyan en eski para 845 (1441/1442) tarihini taşımaktadır. XV. asır başlarında Altın-Ordu'da şiddetlenen iç rekabet ve savaşlar sebebi ile bir çok kabileler orta Asya'ya yahut garba Kırım'a ve Karadeniz şimalindeki steplere kaçmakta idi. Belli başlı kabile beyleri, bu arada Şırın beyi gelip Hacı Giray'a iltihak ettiler. O daima daha çok miktarda kabileyi Volga havzasından kendi tarafına çekmek için çalıştı. Yarım asır sonra dahi Şırın beyi Eminek Mirza bir mektubunda «hep beyliğimiz dahi bu il ile durur» diyordu (bk. A. N. Kurat, Yarlık ve bitikler, vesika XI). Hacı Giray Altın-Ordu hanına karşı Moskova ile dostluk ve ittifak münasebetleri kurarak, durumunu kuvvetlendirdi. İstanbul'un zaptından sonra boğazlara ve Karadeniz'e hakim olan Osmanlılar ile Cenevizlilere karşı ittifak etti ve 1454 yazında müşterek Osmanlı - Kırım kuvvetleri, ilk defa olarak, Kefe'yi muhasara ettiler. Kefe Cenevizlileri Osmanlı sultanına ve Kırım hanına yıllık vergi vermeğe razı oldular (bk. Kırım'ın Osmanlı tabiliğine girmesi ve ahidname meselesi. Belleten, sayı 30, s. 197 v.d.). Hacı Giray, Altın-Ordu hanlarının meşru varisi sıfatı ile, Kefe'yi yarlıklarında kendi ülkeleri arasında saymaktadır. Bundan başka Hacı Giray bir tarhanlık yarlığında (A. N. Kurat, vesika VI), Kırım'dan maada, Taman, Kabartay (Kabada) ve Kıpçak bölgelerini de hakimiyet sahası içinde göstermektedir.
Altın - Ordu gibi Kırım hanlığının da büyük zaafı irsî kabile beylerinin devletin hakikî hakim ve sahibi olmalarından doğmuştur. Kabile reisleri yahut han ailesi içinde rekabetler, bu kabilelerin birbirlerine karşı gruplanarak, kolayca bir iç harbe sürüklenmesini intaç etmekte idi. Hacı Giray Han'ın ölümünde (1466) oğulları arasında taht kavgası uzun bir kargaşalık devresi açtı. Yenilen rakip yarımada dışındaki steplere kaçarak yahut Kefe'ye sığınarak, mücadeleye devam etmekte idi. Kefe Cenevizlileri kendi durumlarını kuvvetlendirmek için, kah bunun ve kah ötekinin tarafını tutarak, bu mücadelelerde mühim rol oynamakta idiler. Esas mücadele Nurdevlet ile Mengli Giray arasında idi. Mengli Giray mağlup olarak, Kefe'ye sığındı. Orada Kefe tudunu olan Şırın kabîlesi beyinin ve Cenevizlilerin yardımı ile 1468'de Kırım tahtını tekrar ele geçirdi. Şimdi Cenevizliler Mengli Giray'ın Osmanlılara karşı sağlam bir müttefik olduğuna inanıyorlardı. 25 teşrin I. 1469'da Mengli Giray Fatih Sultan Mehmed'e «karındaşım» hitabı ile yazdığı bir mektupta Yakub Bey'in donanma ile gelip. Kırım sahillerinde iki şehri yakıp yağma etmesinden şikayet etti. 1475'e doğru Kefe tudunu ve Sırın beyi Eminek, Osmanlılar ile anlaştığı ithamı altında Cenevizlilerin ısrarları ile, mevkiinden uzaklaştırıldığı zaman beyleri ve kabilelerim etrafında toplayarak, isyan etti. Mengli Giray'ı kaçmağa mecbur etti. Mengli Giray Cenevizlilere sığındı ise de, onlar Nurdevlet ile anlaşarak, kendisini mevkuf tuttular. Nurdevlet han ile de bozuşan Eminek Cenevizlilere karşı Osmanlı padişahına müracaat etti. Fatih Sultan Mehmed, bunu fırsat bilerek, Gedik Ahmed Paşa [b. bk.]'yı kuvvetli bir donanma ile acele Kırım'a gönderdi (1475). Kefe ile Kırım sahillerinde Cenevizlilere ait bütün limanları zapt ettirdi. Gedik Ahmed Paşa tarafından hapisten çıkarılan Mengli Giray ceneviz dostu olan Nurdevlet'in elinden hanlığı almağa muvaffak oldu ve Ahmed Paşa ile bir anlaşma yaptı ve Osmanlı sultanının tâbîliğini kabul etti. Bir buçuk ay sonra padişaha yazdığı ,bir mektupta tâbiiyetini te'yit etti (A. Kurat, vesika VII). Umumiyetle iddia edildiği şekilde bir tâbiiyet vesikası (bk. Kırım'ın tabiliği, s. 225) mevcut olmamakla beraber, Ahmed Paşa ile imzalanan anlaşmada han padişahın dostuna dost, düşmanına düşman olmağı ve onun hâmiliğini kabul etmiştir. 1476' da Altın-Ordu hanı Seyyid Ahmed Kırım'ı istila etti. Mengli Giray Kırker (Çufut-Kale)'e sığındı. Altın-Ordu hanı, Osmanlı padişahının tehdidi üzerine, Canibek adında bir valisini bırakarak, memleketine döndü ise de, bu sefer Nurdevlet Osmanlı himayesinde olarak Kırım hanlığını ele geçirmeğe muvaffak oldu. Mengli Giray İstanbul'a getirilerek, mevkuf tutuldu. Bir müddet sonra Kırım kabile aristokrasisinin başı Eminek, Nurdevlet Han'a karşı kargaşalıklar çıkarıp, padişahtan Mengli Giray'ın gönderilmesini istedi (Eminek Mirza'dan Fatih Mehmed'e bitik, nşr. A. Kurat, vesika IX) ve 1478'de Mengli Giray İstanbul'dan gönderilen ilk han sıfatı ile. Kırım tahtını tekrar işgal etti. Osmanlı vekayinamelerinde Mengli Giray'ın 1475'te tahta gelişine ait hadiseler ile 1478'deki hadiseler birbirine karıştırılmıştır (bk. Kırım'ın tabîliği, s. 217-221). Mengli Girayın bu üçüncü saltanatı (1478-1514) esnasında Kırım hanlığı sağlam bir şekilde teessüs etmiştir. Osmanlı himayesi hanlıkta otorite birliğini sağlamış, son Altın - Ordu hanlarının birleştirme teşebbüslerine, sonra Moskova'nın genişleme siyasetine karşı hanlığın varlığını ga ranti altına almış, hanlık da ilk defa 1484'te Bayezid II.'in Akkerman seferine iştirak ederek, Osmanlılar ile garpta işbirliği siyasetine bağlanmıştır. Nihayet Yavuz Selim'in kayın pederi olan Mengli Giray yaptığı askerî yardım ile onun Osmanlı tahtına geçmesine yardım etmiştir.
1502'de Mengli Giray, Saray şehrini tahrip ederek, Altın-Ordu hanlığına son darbeyi vurduktan sonra, Moskova ile ittifak siyaseti sona erdi. Altın - Ordu'nun sukutu ile meydana çıkan bu iki devlet Altın - Ordu sahasına hakim olmak için mücadeleye giriştiler. Kırım hanlığı Moskova'ya karşı Yagellonlar ile sıkı ittifak siyasetini kabul etti (1511). Hanlık Cengiz Han oğullarının beyaz Rusya ve Ukrayna'da tarihî haklarından Yagellonlar lehine vazgeçiyor, fakat merkezi ele geçirmek istiyordu. Mehmed Giray I. (1514-1523) babasının son yıllarında kalgay [b. bk] sıfatı ile, sonra han olarak, Moskof beyliğine karşı şiddetli akınlara başladı. Yagellonlar ile ittifakı yeniledi (1520 muahede metni, bk. Feyhan- V. Zernov, 3 v.d.). Kardeşi Sahib Giray Kazan tahtına geçti (1521). Oka nehri üzerinde Belski'nin ordusunu bozguna uğratarak, Moskova önüne kadar geldi ve şehrin etrafını ateşe verdi. Ertesi sene Astırhan'ı zaptetti. Moskof beyi yıllık bir vergi (tıyış) vermeği kabul etti.
Mehmed Giray, hanlığı en satvetli noktasına eriştirdiği bir anda Astırhan seferinden dönerken, Nogaylar tarafından bir baskında katledildi ve eseri de yıkıl dı. Bundan sonra Kırım hanlığı moskof devleti ile Volga havzasında Altın-Ordu mirası üzerinde şiddetli bir mücadeleye girişti. Bu mücadeleyi iki devreye ayırmak lazımdır: birincisi 1534'te eski Kazan ham Sahih ,Giray (1532 -1551) 'in padişahın yardımı ile Kırım tahtında yerleşmesine, ikincisi Moskof çarı İvan IV.'ın Volga havzasını hakimiyeti altına almasına (1552-1556) kadar gelir. Birinci devrede Kırım'da kabileler rakip hanlar etrafında Osmanlı hakimiyetine karşı bir takım iç harplere ve Kazan ile Astırhan'da Moskof nüfuzunun yerleşmesine sebep oldular. 1532'de Moskof beyi. Sata Giray'ı Kazan'dan attırarak, kendi adamı Can Ali' han yapmağa muvaffak oldu. Bu esnada Mehmed Giray I.'in oğlu Gazi Giray sonra kardeşi İslam Giray, «Cengiz Han yasasına» göre, kabilelerin seçtikleri hanlar sıfatı ile tahta çıktılar, İslam Giray padişahın gönderdiği hanlara. Saadet Giray ve sonra Sahib Giraya karşı şiddetli mücadelelere girdi, İslam Giray rakibine karşı tutunamadığı zaman, kabileler ile Or-Kapı (Perekop) berzahı dışında steplere çekiliyor ve taarruzlarını devam ettiriyordu. O nihayet, bağımsız han sıfatı ile, 1532'de hanlık tahtım ele geçirmeğe muvaffak oldu. Fakat sonunda İstanbul ile uzlaşmak zorunda kaldı. Sonra tekrar isyan edince, Sahih Giray, Kıpçak bozkırında Nogay beyi Bakî Bey vasıtası ile, onu bertaraf etmeğe muvaffak oldu. İki yıl süren bu mücadeleden sonra Sahib Giray Kırım tahtında mevkiini sağlamlaştırdı. (1534). Onun ile beraber Kırım hanlığı üzerinde Osmanlı metbuluğu ve nüfuzu hakikî bir şekilde yerleşti.
| |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:46 am | |
| İkinci devre Sahib Giray Han'ın Moskova'ya karşı şiddetli taarruzları ile kendini gösterir. Onun sayesinde Osmanlılar da Moskof tehlikesini görmeğe ve hanı kuvvetle desteklemeğe başlamışlardır. Sahib Giray Kazan'da tekrar Safa Giray hanlığa getirdi ve 1549'da Osmanlı toplarının yardımı ile Astırhan'ı zapta muvaffak oldu. Onun bu kudret derecesine eriştikten sonra Osmanlılardan Közleve iskelesini istemesi ve sadrazam Rüstem Paşa ile üstünlük münakaşası endişeler uyandırdı. İstanbul'dan gönderilen Devlet Giray Han onu katlettirdi (1551). Ertesi sene Ruslar, Kazan'ı ve 4 yıl sonra da Astırhan'ı zapta muvaffak oldular ve şarkî Avrupa'da üstünlüklerini kurdular. Sahih Giray devrinde hanlığın nüfuzu bir sıra seferler ile Kafkasya'da Çerkesler üzerinde kuvvetlendirildi ve Kıpçak boz - kırında Yusuf Mirza idaresindeki Kiçi - Nogay kabileleri Kırım haninin ve padişahın tabîliğini kabul ettiler. Sahib Giray atalarının siyasetine devam ile bir çok kabileleri Kırım yarımadasına getirerek yerleştirdi. Orak, Kasay, ür-Mehmed (Or-Mem-bet) ve Tokuz (?) kabîlelerinin bir kısmı garba Karadeniz şimalindeki steplere, Besarabya (Bucak)'ya nakledilmiştir. Umumiyetle Nogay kabîlelerinin zayıflaması stepleri Rus kazaklarına serbest bırakmış ve aynı devirde kırımlılar tarafından sıkıştırılan mühim miktarda Çerkes gurupları bu kazaklara iltihak etmiştir. Daha 1559 da, rus kazakları ile Çerkesler Azak kalesini muhasara etmişlerdir. Devlet Giray Han (1551 - 1577)'dan XVII. asır başlarında Karadeniz sahillerine mütemadi Rus akınları başlayıncaya kadar kırımlıların Moskofları Volga havzasından geri atmak için mücadele ettiklerini görüyoruz. Bu devirde Karadeniz ve Kafkaslar için Rus tehlikesine karşı Osmanlıların işbirliği dikkate değer. Devlet Giray Han 1565 kışında Osmanlı topçuları ile takviye olunmuş ordusu ile Rusya üzerine neticesiz bir sefer yaptı. Osmanlı divanı 1563'ten beri şimalde Astırhan'a bir sefer yapmağı ciddî olarak müzakereye başlamış idi. Yalnız kırımlılar değil, Kıpçak bozkırındaki Nogayların bir kısmı (Kiçi-Nigaylar), orta Asya Türkleri Hvarizm hanı şimdi «halife-i rüy-i zemin» olan padişahı Rus Kazak ilerleyişlerine karşı yardıma çağırmakta idiler (vesikalar için bk. Belleten, sayı 46, s. 368 ve 399-402). Osmanlılar bir ordu göndererek, Don-Volga arasında bir kanal açmak ve Astırhan'ı zaptetmek suretiyle iki taraftan kazanacaklarını düşündüler. Böylece evvela Moskofları şimalî Kafkasya ve aşağı Volga havzasından geri atmak ve Kıpçak bozkırında ve Kırım üzerinde Osmanlı nüfuzunu takviye etmek imkanı hasıl olacak, diğer taraftan Maveray-i Kafkas ve İran'daki fütuhat için ordu sevkiyatına daha elverişli bir yol açılmış bulunacaktı. 1569'da, Kefe beylerbeyi Kasım Paşa'nın idaresinde, 15.000 kişilik bir Osmanlı ordusu Devlet Giray Han'ın ordusu ile birlikte, Don nehri ile Volga'nın en ziyade yaklaştığı bölgede Altın-Ordu hanlarının harabe halindeki eski payitahtı civarına geldi. Kanalın kazılması tamamlanamadı. Ordu cenuba Astırhan'a giderek, Moskof askerleri tarafından müdafaa edilen kaleyi muhasara etti. Kış yaklaşınca evvela hanın askeri, sonra Osmanlı ordusu çözülerek büyük zayiat ile Azak'a geldiler. Kırım hanı Astırhan ve Kıpçak bozkırında hanlık yerine Osmanlı hakimiyetinin yerleşmesini istemiyordu ve Osmanlı planını sonuna kadar desteklemedi (bk. Belleten, sayı 46, s. 381-384). Divanda Sokullu'ya muhalif olan yeni padişahın adamları da bunu neticesiz bir macera olarak tasvir ettiler. Ertesi sene çar İvan'ın elçisi Novosiltsev Osmanlılar ile sulhu sağladı. Padişah namesinde Kırım'da ve Çerkesler üzerinde hakimiyetini teyit ediyor, Kabartay'da inşa edilmiş Rus kalelerinin yıkılmasını ve Astırhan'dan geçen ticaret yolunun serbestliğini istiyordu. 1571'de Devlet Giray Han'ın Rusya'ya seferinde Kırım kuvvetleri Moskova'ya kadar ilerleyerek, şehrin etrafını bir defa daha yaktılar. Devlet Giray bu büyük muvaffakiyet üzerine «taht-algan» unvanını aldı. Padişah kendisini «İslam'ın himayesinde büyük yararlık gösterdiği için» hususî şekilde tebrik etti (padişahın namesi için bk. Feridun Bey, II, 480). Fakat Kırım hanı esas maksadına. Kazan ve Astırhanın Ruslar tarafından boşaltılmasına muvaffak olamadı. 1592'de Osmanlı padişahı çardan resmen Kazan ve Astırhan'ın iadesini istemekle beraber, artık bu mücadele Kırım için kaybedilmiş sayılabilir. 1583'te Terek üzerinde Moskof kuvvetleri Dağıstan'dan Kırım'a gitmekte olan Osmanlı ordusuna taciz hücumları yaptılar. Şimdi gerek Kırım hanlığı ve gerek Osmanlı devleti için yeni bir devre başlamıştır. Bu devirde esas mesele Moskof imparatorluğunun Kafkasya ve Karadeniz'e doğru genişlemesini durdurmak idi. Zayıflamış olan hanlık Rusya'ya karşı ancak Osmanlı himayesi sayesinde varlığını koruyabildi ve akınlarına devam etti. Diğer taraftan kırımlılar yalnız şimalde değil, İran ve Macaristan cephelerinde Osmanlılar ile gittikçe daha sıkı iş birliğinde bulundular. Macaristan'a ilk defa 1543'te, Kalgay Emin Giray kumandasında, bir Kırım ordusu gitmiştir.
Osmanlıların İran ve Avusturya ile uzun savaşlara giriştiği 1578 1606 yılları arasında Kırım kuvvetlerine ihtiyacı ziyadesi ile arttı. Kırım'ın Rus kazaklarının hücumlarına açık kalmasına bakılmaksızın, hanların her yıl ısrar ve tehditler ile sefere çağırılması (İran seferine ilk defa 1578'de kalgay Adil Giray, ertesi sene Mehmed Giray II. iştirak ettiler), Osmanlı serdarlarının hanlara kendi maiyetlerinde bir kumandan muamelesi yapmak istemeleri Kırım'da ciddî muhalefetlere sebep oluyordu. Bizzat Osmanlı imparatorluğu bu devirde zayıfladığı için, Kırımlılar bu muhalefeti açık bir isyana kadar götürdüler. Mehmed Giray II. sadece isyan yoluna sapmakla kalmadı, aynı zamanda Kefe üzerinde hak iddia etti ve şehri kuşattı. Fakat İstanbul'dan gönderilen yeni han İslam Giray tarafından katlettirildi (1584). Maktul hanın oğlu Saadet, Giray, Kıpçak bozkırından Nogaylar ile gelerek, İslam Giray'ı kaçırdı ve Kefe önünde Osmanlı kuvvetleri ile çarpıştı. Nogaylar ve Don kazakları ile birlikte yaptığı ikinci teşebbüste de muvaffak olamadı. Kardeşi Murad Giray Moskova'ya giderek, Kırım'ı işgal tehdidinde bulundu. Bu Osmanlıları çok endişelendirdi (vesika, Belleten, sayı 46, levha LXV). İslam Giray II. nihayet, müessir Osmanlı yardımı ile, tahtında yerleşebilmiştir. O, ilk defa olarak, hutbede padişahın adını da okutmağa başlamıştır (fakat para daima Giraylar adına basılmıştır), İstanbul Bora Gazi Giray [b. bk.] şahsında sadık bir müttefik buldu. O yalnız Macaristan'da Habsburglara karşı imparatorluğu müdafaa etmekle kalmadı, İstanbul kendisinden Anadolu'da Celalilere karşı da yardım istedi. Onun zamanında Kırım'da Osmanlı nüfuzu her sahada kuvvetlenmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun iç kargaşalıklardan kurtulamadığı XVII. asrın ilk yarısında, her tarafta olduğu gibi, Kırım'da da İstanbul'un nüfuz ve otoritesi ciddî bir imtihan geçirmiştir. Canbek Giray padişaha mutî bir han olarak 1610 ve 1635 arasında üç defa hanlığa getirildi ve daima Mehmed Giray ve Şahin Giray'ın taarruzlarına uğradı. Bu ikisi Kıpçak bozkırındaki Nogayların ve rus kazaklarının işbirliği ile hanlığı zorla ele geçirdikten sonra, babaları rakip han Saadet Giray ve dedeleri asî han Mehmed Giray II. gibi, bağımsız harekete kalkışmışlar, imparatorluğun düşmanı Şah Abbas ile dostça münasebetlere girişmişler, 1610'da Osmanlı kuvvetlerini ve İstanbul'un gönderdiği hanı mağlup ederek, Kefe'yi zapta muvaffak olmuşlardır. Bu kargaşalık esnasında şimalde Rus kazakları kuvvetlenerek, Osmanlı ve Kırım topraklarına cüretli taarruzlara başladılar. 1614'te Sinop'u yaktılar, 1612'de Ahyolı'yı ve 1625'te İstanbul boğazında Yeniköyü yağmaladılar. Nihayet 1637'de Azak kalesini [b. bk.] zapta, Osmanlı ve Kırım kuvvetlerinin taarruzlarına rağmen, 5 sene ellerinde tutmağa muvaffak oldular. XVII. asır boyunca Rus kazakları meselesi yalnız Kırım için değil, Osmanlı imparatorluğu için de belli başlı bir mesele halini almıştır.
İslam Giray III. devri (1644-1654). Kırım hanlığının Osmanlılar ile sıkı işbirliği halinde şimaldeki düşmanlarına karşı harekete geçtiği bir devirdir. O 1644-1647 yıllarında Rusya'ya ve kazaklarına karşı dört büyük sefer yaptı. Zaporog kazaklarını Lehistan'dan ayırarak, kendi tarafına çekmesi en büyük muvaffakiyeti teşkil etmiştir, Hmelnitskiy onun, daha sonra Osmanlı padişahının metbuluğunu tanıdı. Bu sayede o 1648 -1653 yılları arasında Lehistan'a çok muvaffakiyetli seferler yaptı. Bu memlekete karşı İsveç ile siyasî münasebetler kurdu. Fakat o Lehistan ile sulh imzalayınca, kazaklar Rusya'ya yanaştılar (1654).
Köprülüler idaresinde kalkınan Osmanlı imparatorluğu Lehistan'dan Podolya'yı aldıktan sonra, kazaklar üzerinde hakimiyetini kurarak, Ukrayna'ya yayılmak temayülünü gösterdi. Bu teşebbüs 1678'de Ruslar ile Osmanlılar arasında ilk büyük muharebeye sebep oldu. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasında büyük bir ordu Kırım hanı Murad Giray (1678 - 1683)'ın ordusu ile Ukrayna'da Çigrin kalesini, çetin bir savaştan sonra, zapt ve tahrip etti. Kazaklar da Osmanlı himayesi altına alındı. Fakat bu çok sürmedi. Viyana bozgunu ile başlayan büyük ric'at esnasında şimaldeki bütün kazançlar kaybedildi. Ruslar Avrupa'da kurulan mukaddes ittifaka katılarak (1684), Kırım'a ve Azak kalesine taarruzlara başladılar. Moskof çarları bu ana kadar Osmanlı imparatorluğuna taarruzdan çekinirlerdi. Fakat bu tarihten itibaren çarların Kırım ve Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlara doğrudan doğruya taarruzları ve istilaları başlamıştır; Kırım hanlığının Rusya imparatorluğuna iltihakı ile neticelenen bu devre girmeden önce 1683 -1699 harp yıllarında hanlığın Hacı Selim Giray idaresinde (1671-1704 arasında dört defa han) Osmanlılar ile hayatî mahiyette işbirliğine temas etmek gerektir (bu devir için bk. H. İnalcık, Dil tarih coğrafya fakültesi habilitasyon tezi). Bu harpte Rusların Kırım'ı istila teşebbüslerine karşı kırımlıların muvaffakiyetli müdafaası ve Besarabya'da leh kuvvetlerinin taarruzlarını bertaraf etmeleri ilk felaketli harp yıllarında Osmanlıları büyük bir endişeden kurtardı. Bundan başka Kırım kuvvetlerinin 1688'de Sırbistan'da Kaçanik boğazında Habsburg ordusunu püskürtmesi harbin gidişinde bir dönüm noktası teşkil etti ve Osmanlılar düşmanı Balkanlardan geri sürmek için fırsat buldular. Hacı Selim Giray harbin sonuna kadar sık sık değişen sadrazamlar ve padişahlar karşısında uzun zaman mevkiini muhafaza ederek, İstanbul'da devlet işlerinde üstün bir nüfuz kazandı, hatta bir defa padişah sadrazamını seçerken, onun re'yini aldı. Selim Giray bu sayede harbin sevk ve idaresinde birlik ve devamlılık sağladı ve şüphesiz imparatorluğun daha büyük felaketlerden korunmasında amil oldu. Bununla beraber Rus çarı 1696' da Azak kalesini zapt ve İstanbul muahedesi ile (1700) burayı elinde muhafazaya muvaffak olmuş idi. Yeni han Devlet Giray II., yeni kaleler ve Azak'ta bir donanma yaptıran Petro'nun hummalı hazırlıklarını bildirerek, İstanbul'u harekete geçirmeğe çalışıyor ve yeni bir harp ile Rus tehdidine son verebileceğini düşünüyordu. 1702'de azledildikten sonra 1708'de tekrar hanlığa getirilince, bu maksadında muvaffak oldu. İsveç kralı Kari XII. ile birleşerek, Babıali'yi çara karşı harp açmağa ikna etti. Fakat Prut'ta (1711) çarın ezilmesi fırsatım kaçırdığı iddiası ile, Baltacı Mehmed Paşa aleyhinde bulundu (bk. Akdes Nimet Kurat, Prut seferi, Ankara, 1954). | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:46 am | |
| Rus kuvvetleri ilk defa 1736'da Münnich kumandasında Kırım yarımadasını istilaya muvaffak oldu. Bahçesaray zapt edilerek yakıldı; 2.000 ev ile hanların sarayı kül oldu. Bu arada Selim Giray'ın kurduğu zengin kütüphane mahvoldu. Kalgayların merkezi Akmescid aynı akıbete uğradı. Ruslar Lasey idaresinde 1737 ve 1738 yıllarında da gelerek, tahribata devam ettiler. Belgrad muahedesi ile (1739) Ruslar Prut'ta geri verdikleri Azak kalesini tekrar ele geçirdiler. Şimdi Kırım yeni istilalara açık bulunuyordu. Arslan Giray Han (1748-1756) yarımadayı müdafaa eden istihkamları takviyeye itina etti. 1760'ta Rus kazakları taarruz ettiler. Kabartay'da yeni Rus kalelerinin inşası hanlığı bu taraftan da tehdit etmekte idi. Rusların Lehistan'da yerleşmesi ve Kırım hanına ait Balta şehrine sığınmış olan leh konfedere'lerini takip ile bu şehri zapt ve tahrip etmeleri, nihayet Osmanlı padişahı tarafından harp ilanına sebep oldu.
1768 -1774 harbi Kırım için felaket ile neticelenmiştir. 1769 yılı başında Kırım Giray Han'ın Besarabya'dan Rus topraklarına muvaffakiyetli bir akınından sonra, Rus orduları 1770'te Bucak'ı, 1771'de prens Dolgorukiy idaresinde Kırım yarımadasını istila ettiler. Kırım hanı Selim Giray III. güçlükle kurtulup, İstanbul'a geldi. Bu harp esnasında Kırımlılar ile Osmanlılar arasında anlaşmazlıklar ve idaresizlikler hakkında Osmanlı seraskerinin katibi Necati Efendi'nin hatıraları dikkate değer tafsilat ihtiva etmektedir (Tarih vesikaları, cild III, sayı 13-15). Bu ümitsiz durumda hanlığı Osmanlılardan tamamıyla bağımsız bir hale getirmek isteyen mirzalar kuvvetli bir durum kazandılar. 1772'de Rus işgali altında toplanan kurultayda, Osmanlıların tayin ettiği Maksud Giray'ı tanımadılar ve Sahip Giray'ı Kırım'ın müstakil hanı seçtiler. Moskova'ya mirzalardan mürekkep bir heyet hareket etti. Küçük Kaynarca muahedesinin (21 temmuz 1774) 3. maddesi ile «Kırım, Bucak, Kuban, Yedisan, Camboyluk ve Yediçkul (Yedicek) tatar ulusları... serbest ve tam manası ile müstakil tanınacaklar, kendi rıza ve muvafakatleri ile Cengiz soyundan seçilerek hanların hükmü altında olacaklar ve han her hangi bir yabancı devleti nazar-ı itibara almadan, onları kendi kadîm kanun ve adetlerine göre idare edecek, bu sebep ile ne Rusya ve ne de Babıali hiç bir suretle mezkur hanın intihabına ve tahta çıkışına karışmayacaklar... Kendi kendilerini idare eden ve Allah'tan başka kimseye tabî olmayan bütün diğer devletlere yapılan aynı muameleyi yapacaklar; fakat tatarlar Müslüman olduklarından ve sultan da İslam'ın halifesi sayıldığından, bu uluslar kendisine şeriatın emrettiği şekilde muamele edecekler, bununla beraber bu, onların yukarıda teyit olunmuş siyasî ve mülkî hürriyetlerini tehlikeye düşürmeyecek mahiyette olacaktır». Padişahı Müslüman kırımlıların halifesi tanıyan bu madde tenakuz ihtiva ediyordu, bu suretle ilerideki güçlüklerin menbaı oldu. Kırım yarımadası ile Bug ırmağından Kuban ırmağına kadar Türklerin oturdukları bölgeler müstakil Kırım haninin idaresinde bağımsız ilan edilmekle beraber, muahedenin diğer maddeleri ile Rusya mühim sevkülceyş noktalarını, Azak denizi ağzının iki tarafında Yeni-Kale ve Kerç, Dnepr ağızında Kılburnu kalesi ve etrafındaki hali araziyi, büyük ve küçük Kabartayları imparatorluğuna ilhak ediyordu. Bu şartlar altında hanlığın bağımsız bir varlığa sahip olması imkanı yok idi ve bu ileride yapılacak ilhakı kolaylaştırmak için, bir siyaset hîlesinden başka bir şey değil idi. Moskova'ya giden bağımsızlık taraftarı mirzalar bütün Türk ve Moğol kabilelerini temsil etmekte idiler (bk. Osman Akçoraklı, Kırım' da tatar damgaları, Bahçesaray, 1926).
Yarımada, şimaldeki berzah yani Or-Kapı (Perekop) üzerinde Baron de Tott'un dahi hayranlığını çeken, eski devirlerden kalma sağlam bir istihkam ile Kıpçak bozkırından ayrılıyordu. Or-Kapı'nın muhafazası Or beyine havale edilmiş idi. Kırım hanlarına tabî Kıpçak bölgesinin sınırları başlangıçta şimalde Belgorod'a kadar uzanmakta idi. Fakat Kıpçak sahası Karadeniz şimalinde Prut ırmağından Azak'a kadar bütün step bölgesini içine almakta idi. Mengli Giray I. 1484'te, Bayezid II. Akkerman seferine geldiği zaman, Kavşan kasabasını ve havalisini alarak Besarabya'da hakimiyetini genişletmiştir. Kıpçak sahasında Nogaylar [b. bk.] oturmakta idiler. Bunlar 1767'ye doğru, Baron de Tott geldiği zaman hala büyük kısmı itibarı ile göçebe hayatım muhafaza etmekle beraber Bucak'ta, Akkerman dolaylarında şehir ve köylere yerleşmişlerdi ve steplerdeki göçebeler de bu zengin topraklarda mühim miktarda hububat ziraatı ile meşgul olmakta ve mahsulü Kırım'a ve İstanbul'a sevk etmekte idiler. XVIII. asır boyunca İstanbul'da bir çok defa kıtlık tehlikesi bu bölgeden yapılan hububat sevkiyatı ile önlenmiştir.
XVIII. asırda Kıpçak Nogayları, Dnester ile Prut ırmakları arasında Bucak (Besarabya) Türkleri, Dnester ve Bug arasında Yedisan Türkleri, Bug ve Kırım arasında Camboyluk'lar olarak, üç büyük guruba ayrılmışlardır.
Kırım hanları için başlangıçtan itibaren Kıpçak boz kırlarındaki Nogayları kontrol altına almak hayatî bir ehemmiyet taşıyordu. 1523'te Mehmed Giray I. Han'ı katleden Nogaylar Sahih Giray I. zamanında yarımadayı istila ile tehdit ettiler. Bu han ancak 1546'dan itibaren Nogay «kırgını» denilen bir sıra kanlı seferler neticesinde bunlara hanlık hakimiyetini tanıtabildi (Sahih Giray tarihi). Bu devirde Kiçi-Nogay kabîlelerinden bir kısmının Kırım ile Akkerman arasındaki sahaya göçürüldüğü yukarıda söylenmişti. XVIII. asır başlarında Kalmuk tazyiki altında ulu - Nogay kabîlelerinden bazılarının, Yedisan, Yembulad ve Yediceklerin de Kuban havzasından Karadeniz şimalinde adları ile gösterilen bölgelere göç ettiklerini görmekteyiz.
Nogayların hana tabiiyetleri gevşek olup, hanlık müddeîleri ile yahut Ruslar ve kazaklar ile birleşerek. Kırım için ekseriya çok tehlikeli durumlar yaratmışlar ve bir çok defalar yarım adayı çiğnemişlerdir. Kırım hanları bunları, daha iyi itaat altında bulundurmak için, zaman zaman yarım ada şimalindeki steplere getirip, yerleştirmek istemişlerdir. Bunlardan Mansuroğulları hanlık içerisinde çok mühim roller oynamışlardır. Mansur - oğullarından Kantimur 1620'den itibaren Osmanlılar nezdinde kazandığı nüfuzdan istifade ederek, hanlar karşısında müstakil ve mütehakkimane hareketlere başlamış idi. 1621'de Hotin seferinde temayüz etmiş ve Osmanlı devleti kendisini Özü beyi yapmış idi. Asî Şahin Giray'a ve Mehmed Giray'a karşı mücadeleleri ile nüfuzunu daha kuvvetlendirdi. Onun tahakkümüne tahammül edemeyen yeni han înayet Giray, üzerine hücum etti. Orada Kantimur'a Silistre valiliği tevcih olundu, înayet Giray tekrar üzerine yürüyüp, kabîlesini yağma etti ise de, bu hareketi azline sebep oldu (1637). Çok geçmeden înayet Giray da Kantimur da Murad IV.'ın emri ile idam olundular.
Haci Giray Han (1426-1456 , 1456-1466) Mengli Giray Han (1468-1514) Mehmet Giray Han (1514-1523) Saadet Giray Han (1523-1532) Sahib Giray Han (1532-1552) Devlet Giray Han (1551-1577) Semin Mehmet Giray Han (1577-1584) İslam Giray Han (1584-1588) Bora Gazi Giray Han (1588-1608) Selamet Giray Han ( 1608-1610) Canbek Giray Han (1610-1630) II. Mehmet Giray Han (1630-1635) İnayet Giray Han (1635-1637) Remzi Bahadır Giray Han (1637-1640) IV. Mehmet Giray Han (1640-1655) II. İslâm Giray Han (1655-1665) Adil Giray Han (1665-1670) Selim Giray Han (1670-1677 , 1684-1691, 1692-1699) Murat Giray Han (1677-1683) II. Haci Giray Han (1683-1684) II. Saadet Giray Han (1691) Safa Giray Han (1692) II. Devlet Giray Han (1699-1702, 1707-1713) II.Gazi Giray Han (1704-1707) Kaplan Giray Han (1707, 1713-1716, 1730-1736) III. Kara Devlet Giray Han (1716-1717) III. Saadet Giray Han (1717-1724) II. Mengli Giray Han (1724-1730 , 1737-1739) II. Fethi Giray Han (1736-1737) II. Selamet Giray Han (1739-1743) II. Selim Giray Han (1743-1748) Arslan Giray Han (1748-1756) Halim Giray Han (1756-1758) Kırım Giray Han (1758-1769) III. Selim Giray Han (1764-1769) II. Sahib Giray Han (1772-1775) IV. Devlet Giray Han Şahin Giray Han (1777-1783)
Prof. Dr. Halil İNALCIK
Kırım'ın Kısa Tarihçesi
Miladî 430'dan sonraki yıllarda Atilla'nın amcası Aybars'ın hâkimiyetine giren Alanlar'ın, daha III. y.y.'da kurulan Sudak (Soğdak) Aradav'da (sonraları Feodosya, Kaffa ve Kefe adlarını aldı) şehirlerini almasıyla Kırım Yarımadası'nın Türk Tarihi ile ilgisi başlamıştır. Hun Türk İmparatorluğunun yıkılışından sonra Kuban, Azak ve Don nehri ağızlarında çeşitli Türk boyları ve bunlar arasında Bulgar Türkleri oturuyordu. VI. y.y.'ın son yarısında Avarlar ve diğer Türk boylarının akınları olmuştur. Kersones, Sudak ve Kerç bunlara karşı Bizans'ın dayanak noktaları idi. VII. y.y.'da Kırım'ın bozkırları Hazar Türkleri'nin idaresine geçti. Bunlar Kırım'ı, Göktürkler'de olduğu gibi Tudun veya Todun unvanlı valilerle yönetiyorlardı, sonra VIII. y.y.'da ise Hazarlar'ın bir vilâyeti oldu. Hazarlar'ın yıkılışından sonra da Kırım, Hazarya veya Gazarya adında küçük bir devlet olarak kalmış, X. y.y.'da Azak Denizi ile birlikte Karadeniz'e de Hazar Denizi denilmiştir. 1083'de bu küçük Türk devleti halâ yaşıyordu. Selçuklu Emîri Hüsameddin Çoban, 1221'de Kırım seferinde, bu Hazar bölgesinde Sudak çevresinde Kıpçaklar ve onların müttefiki Ruslarla savaşmıştır. Hazarlar'dan sonra Peçenekler, daha sonra da Kıpçaklar komşu bozkırları ve Kırım'ı alarak buraya yerleştiler. Kültürlerini bugün de koruyan Karaim Türkleri Hazarlar'dan gelmekte olup, daha XI. yüzyılda bunların Türkçe Tevratları vardı.
1227'de Cengiz Han'ın ölümünden sonra kurulan Moğol Hakanlığı zamanında, Cengiz'in büyük oğlu Cuci'nin oğlu Batu Han 1227 -1256 yıllarında büyük bir ordu ile Doğu Avrupa'yı alıp Altun Orda Devleti'ni kurdu. 1241'de Batu Han İdil nehrinin aşağı yatağında ve kıyısında kurduğu Orda (karargâh), Saray (Volga'daki Eski Saray) adını alarak kısa zamanda en önemli siyasî ve ticarî merkez oldu. Şeklen Karakurum'a bağlı olarak Batu Han'ın hâkimiyeti 1256'da ölümüne kadar sürmüştür. Bundan sonra gelen küçük kardeşi Berke Han'ın (1256-1266) Müslümanlığı kabul etmesiyle, ülkede İslâmlık yayılmağa başlamıştır. Berke Han zamanında Altun Orda en parlak devrini yaşamıştır. Batu Han'ın kurduğu Saray şehrine «Taht İli» denirdi. Bu şehir Berke Han zamanında daha elverişli bir yere nakledilerek Yeni Saray veya Saray Berke adını aldı. Özbek Han zamanında (1313-1340) İslâm dini, 1320'den sonra büsbütün kuvvetlendi.
1239'da Altun Orda (Kıpçak Hanlığı) gelince, kıyılar dışında bütün Kırım yarımadası bir Türk ülkesi halinde idi. Kuzeyde Hazarlar ve Kıpçaklar zamanında Kırım limanları, iç muhtariyetlerini korumak şartıyla yüzyıllar boyu Bizans'a bağlı kaldılar. Fakat Karadeniz ticareti Venedikliler'in, sonra 1261'de Mihail Paleologos'a yardımlarına karşılık Cenevizlilerin eline geçti. 1266'da Altun Orda hanı Men-gü Timur'dan ticaret için Kefe'de yerleşme müsaadesi aldılar ve sahillerde başka koloniler kurdular. 1381'de de bir anlaşma ile buralardaki hâkimiyetlerini Altun Orda Devleti'ne tasdik ettirdiler. İç tarafta Eski Kırım veya Salgat (Solhat), Altun Orda genel valilerinin oturduğu yer olup, Kefe'den sonra yarımadanın en önemli ticaret merkezi idi. Kefe'de ise Han adına Müslümanlar'ın işine bakan bir Bas-kak ile bir Tamgacı (gümrükçü) bulunuyordu. Kırım yarımadasının yalı boyu bölgesi tamamıyla Ceneviz kolonisi olmakla beraber, 1475'de Osmanlı hâkimiyetine geçinceye kadar Türk Hazarlar'ın bir hatırası olarak Hazariye (veya Gazariya) adını koruyordu.
XIII. ve XIV. yüzyıllarda Altun Orda, siyasî, iktisadî ve kültür bakımından Türk dünyasının en önemli bir ülkesi idi. Özbek Han'ın hanımlarından biri Andronikos Paleologos'un kızı idi. Böylece Bizans-la sonra Memlûklar, Osmanlılar, Litvanya ve Lehistan devletleriyle yakın münasebet kurmuşlardı. Ayrıca Yıldırım Bayezit ve Toktamış arasında Timur tehlikesine karşı yakın dostluk vardı. Toktamış (1376-1396) onların son büyük hakanı olmuş, Timur tarafından Saray şehri yıkılıp ahalisi kılıçtan geçirilmiştir.
1357'de Altun Orda hanlarından Canibek'in ölümünden sonra taht kavgaları, 1391 ve 1395 Timur - Toktamış savaşları sonunda Kıpçak İli zayıf düşmüş ve 1502'de bu devlet son bulmuş, yerinde Kırım, Kazan, Sibir, Astarhan hanlıkları ve Nogay Mirzalığı doğmuştur.
Böylece, XIV. y.y. sonlarına kadar Altun Orda idaresinde kalan Kırım'da, 1395'lerde Cengiz soyundan Cuci'nin oğlu Tokay Timur'dan gelen Baştimur sikkelere kendi adını da koydurmuştu. Onun oğulları Kırım'da ayrı bir Hanlık kurmayı başarmışlardır. Fakat Don - Dinyeper arasında uzanan Kırım Hanlığı'nın gerçek kurucusu Hacı Giray'ın kendi adını taşıyan en eski tarihli sikkesi 845 (1442) yılından kalmadır. 1454'den itibaren Bahçe Saray bunların merkezi idi. 1466'da Hacı Giray ölünce oğulları taht kavgası ve karışıklık çıkardılar. Fatih Sultan Mehmet 1475'de Gedik Ahmet Paşa'yı kuvvetli bir donanma ile gönderip Kefe'yi ve Kırım sahillerindeki Cenevizliler'e ait bütün limanları feth ettirdi. Cenevizliler tarafından hapse atılan Mengli Giray kurtarılıp hanlığa getirilerek Osmanlı sultanına tâbi olmayı kabul etti. Mengli Giray ile yerleşen Kırım Hanlığı ilk defa 1484'de Sultan II. Bayezit'in Akkirman seferine katılarak işbirliği yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Mengli Giray, ona askerî destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. Bundan sonra hanlar sultanın özel fermanları ile tasdik olunurdu. Fakat Rusya kuvvetlenince, 300 yıl boyunca kendi hanları idaresinde ve Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Kırım Hanlığı'na göz dikmiş, 1736'da Kırım yarımadasına girerek Bahçe Saray'da iki bin evi ve Han Sarayı'nı yakmış, Selim Giray'ın kurduğu zengin kitaplık da mahvolmuş, Kalgay'lar'ın merkezi Akmescit de yakılmıştır. Bundan sonra Şahin Giray ihanetle Rusya'ya kaçıp onlara sığındığından 1774'de Kaynarca Antlaşması ile Rusya Kırım'ın istiklâlini ve tarafsızlığını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirdikten sonra 1783'de de Kırım'ı kesinlikle ilhak etmiştir. 1917'de Kırım Türkleri bağımsızlıklarını ilân edip devlet kurdularsa da 1920 sonlarında ihtilâl kuvvetleri gelince durum değişmiş, ilk dünya savaşından sonra 19 Ekim 1921'de muhtar Sovyet cumhuriyetleri arasına katılmıştır. Son dünya savaşında bazı Kırımlıların Alman kuvvetlerine katıldığı ileri sürülerek bütün Kırım halkı önce Sibirya'ya, sonra Orta Asya steplerine sürgün edilmiştir.
Prof. Dr. Oktay Aslanapa
| |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:48 am | |
| Kazan Hanlığı (1437-1552)
Altın Ordu Hanlarından Cambek'in 1357'de ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgaları ve Aksak Timur ile Toktamış arasında 1391 ve 1395'lerde cereyan eden savaşlar neticesinde zayıf düşen Kıpçak ilinde, "Kazan Hanlığı", "Astrahan Hanlığı", "Kırım Hanlığı", "Sibir Hanlığı" gibi daha küçük Türk devletleri meydana geldi ve büyük Altın Ordu devleti fiilen sona ermiş oldu.
Kazan Hanlığı, Altın Ordu hükümdarlarından Celaleddin bin Toktamış (1377-1395)'ın oğlu, eski Altın Ordu hükümdarlarından Uluğ Muhammed Han tarafından, İdil (Volga) veya Kama Bulgarları ülkesinde 1437'de kurulmuştur. Uluğ Muhammed Han 1419-1424 ve 1427-1436 yıllarında Altın Ordu hükümdarı olarak Saray'da bulundu, fakat tahtını Küçük Muhammed'e kaptırarak Kırım'a gitti, orada da tutunamayınca Bulgar ülkesine gelerek Kazan Hanlığı'nı kurdu (1437-1445). Bu devletin esas kısmı, 43°-59° doğu boylamı ve 52°-59° kuzey enlemi arasında bulunuyor ve aşağı yukarı bugünkü Tataristan-Başkurdistan ve Çuvaşistan Cumhuriyetleri ile Vot (Udmurt), Mari (Çirmiş) muhtar ülkelerini, eski Simbir, Penza, Perm, Vyatka, Nijni-Novgorod, Şamar, Sarı-Tav (Saratov), Sarı-Tin (Tsaritsin), Tambov ve Ryazan vilayetlerinin bazı kısımlarını içine alıyordu. Kazan Hanlığı'nın güneyinde Astrahan Hanlığı, kuzeyinde Fin kavimlerinin oturduğu ülkeler, doğusunda ve güneydoğusunda Nogay Hanlığı, kuzeydoğusunda Sibir Hanlığı, batısında Moskova Beyliği, güneybatısında Kırım Hanlığı bulunuyordu. Ahalisinin esas kısmını, başta Bulgarlar olmak üzere eskiden beri yerleşik hayat süren Türk kavimleri ile doğudan zaman zaman buraya göç eden Kıpçak, Uz, Peçenek gibi Türk boyları ve Islav kavimlerinin yayılmasına karşı onlarla kader birliği yapmış olan Mordva, Çirmiş, Ar v.b. gibi Fin boyları teşkil ediyordu.
1437'de Kazan Hanlığı'nı kuran Uluğ Muhammed, kendisini hala Altın Ordu'nun hükümdarı sayıyor ve parçalanan ülkeyi tekrar kuvvetli bir merkez etrafında birleştirmek gayesiyle hareket ediyordu. İlk adım olarak 1439'da büyük bir ordu ile Moskova kapılarına kadar dayandı, 1444'de tekrar harekete geçerek, 7 Haziran 1445'de Suzdal civarında vuku bulan meydan muharebesinde büyük bir zafer kazandı. Esir edilen Vasiliy,bütün şartları kabul ederek serbest bırakıldı. Böylece eskiden Altın Ordu'ya tabi olan Moskova, şimdi de aynı mükellefiyetleri Kazan'a karşı ifa edecekti. Moskova'nın durumunu ve tazminat işlerini kontrol için Vasiliy ile birlikte 500 Kazanlı memurun Moskova'ya gönderilerek türlü vazifelere tayin edildiği rivayet edilmektedir. Anlaşmanın en mühim maddesi olarak, Moskova nüfuzu altında bulunan Oka nehri üzerindeki "Hankirman" şehri merkez olmak üzere, Uluğ Muhammed Han'ın oğlu Kasım'ın idaresinde bir beyliğin kurulduğunu görüyoruz. Tarihte "Kasım Hanlığı" . (1445-1681) adı ile tanınan bu teşkilatın meydana getirilişinden maksat, Moskova'yı kolayca kontrol etmek ve gerektiğinde derhal müdahale için kuvvet bulundurmaktı.
Planın birinci kademesini mükemmel bir şekilde başaran Uluğ Muhammed Han'ın son seferinden dönüşünde (1445) aniden ölmesi üzerine Altın Ordu'nun diğer bölgelerini birleştirme tasavvuru tahakkuk edememiştir. Ondan sonra tahta geçen Mahmud (1445-1462) ve Halil (1462-1467) zamanında Moskova ve diğer komşularla münasebetin, normal şartlar altında devam ettiği anlaşılıyor.
Kırım, Astrahan, Sibir, Nogay gibi komşu Türk hanlıkları ile münasebetler dostane idi, o derecede ki, Kazan hanlarından bazılarının, bu komşu sülalelerden olduğu görülmüştür. Bilhassa Kırım ile devam, eden sıkı münasebet, Kazan'ın Moskova Rusyası ile mücadelesinde, her zaman müspet yolda büyük önem taşımıştır. İleri görüşlü Uluğ Muhammed Han'ın bununla da yetinmeyerek, Osmanlı Devleti ile de sağlam ve devamlı münasebetler kurmak istediği, II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed'e yazmış olduğu mektuplardan açıkça belli olmaktır.
Ancak, Uluğ Muhammed Han'dan sonra gelen hükümdarların, onun mücadeleci ve savaşçı ruhunu yeteri derecede kavrayamadıkları ve devam ettiremedikleri görülmüştür. Halbuki, daimî savaş ve genişleme esasına göre hareket eden komşu Moskova devletine karşı varlığını koruyabilmek için, Kazan Hanlığı'nın da askerî, idarî ve iktisadî siyasetini buna göre ayarlaması gerekiyordu. Fakat bu yapılamamış ve neticede devlet, iç mücadelelerin ve taht kavgalarının da tesiriyle gittikçe zayıflamaya yüz tutmuştur. 115 yıl süren Kazan devletinde 19 defa han değişmiş 15 han tahta çıkmış, bunlardan bazıları ikişer, hatta üçer defa idare başında bulunmuşlardır. Halbuki aynı devirde Moskova'da ancak 4 defa hükümdarlık değişikliği olmuştur. Yerli aristokrasî sınıfının iki gruba ayrılarak devlet işine karışması ve bilhassa son devirlerde amansız mücadeleye tutuşması da devletin felaketini hızlandıran sebeplerden biri olmuştur. Altın Ordu ve Kazan Hanlığı'nın ilk devirlerinde Moskova'da cereyan eden taht kavgalarında hanlar söz sahibi olurken, Hanlık zayıfladıkça Moskova'nın nüfuzu artmış, şimdi Kazan'da cereyan eden iç kavgalara Ruslar müdahale etmeye başlamıştır.
Kazan tahtına Muhammed Emin'in ikinci defa çıkmış olması ile (1487-1495) Kazan'ın eski şanlı devri sona ermiş sayılır. "Bulgar Beyi" lakabını da kullanan Moskova hükümdarı III. İvan, artık Kazan'ın tabiliğinden çıkmıştır. Görünüşe göre, her iki devlet de eşit sayılmakla beraber, Moskova gittikçe baskısını arttırarak Kazan'a karşı tabi bir devlet muamelesi yapmak istemiştir. Bununla beraber, çok defa Kırım ile birlikte hareket eden Kazanlılar, XIV. yy.'in ilk yarısında da birkaç defa Moskova'ya karşı zafer kazanarak üstün duruma gelebilmişlerdir. Mesela 1505'de Muhammed Emin zamanında iki devlet arasında patlak veren savaşta Kazanlılar'ın Nijni-Novgorod'u zaptederek Oka boyunca ilerlemeleri, 1521'da Sahip Gerey'in tahta çıkması ile Kırım'la müştereken Moskova'ya karşı harekete geçilmesi, Kazanlılar'ın Nijni-Novgorod'u tekrar almaları ve Oka'yı geçerek Ruslar'ı hezimete uğratan Kırım ordusu ile birlikte Moskova üzerine yürümeleri, bu cümledendir. Fakat, Moskova'nın genişleme, yayılma ve ilhak esasına göre kurulan siyaseti karşısında sulh içinde yaşamayı tercih eden ve toprak ilhakı düşünmeyen Kazan Devleti, iç mücadelelerle de sarsılınca gittikçe zayıflamış ve Ruslar'ın müdahalesi de o nispette artmıştır.
Kazan'da iktidarı elinde bulunduran zümre, sulhun muhafazası için Han seçiminde Moskova'nın arzusuna boyun eğmek, topraktan fedakarlık etmek ve hatta çocuk yaşta han ilan edilen Ötemiş (1548-1551) ile annesi Suyum Bike'yi Moskova'ya teslim etmek gibi ağır şartlara katlanmışsa da, bu tavizler sulhun korunmasına yardım etmemiş, Moskova Rusyası'na karşı ancak kuvvete, mücadeleye ve savaşa dayanan bir siyasetle "sulh içinde beraber yaşama"nın mümkün olabileceği ise çok geç anlaşılmıştır. Bu şekilde kuvvet ve mücadele taraftarı zümrenin tekrar iktidara gelmesiyle, bir an için bütün iç kavgalar durmuş ve mücadele fikri halkın bütün tabakalarını birleştirmişti. Kazan hükümeti ilk iş olarak hükümdarlık işini halletmekle uğraştı ve 1552'da Astırhan Hanı Kasım'ın oğlu Yadigar'ı Kazan tahtına davet etti. Yadigar'ın Kazan'a gelmesiyle halkın kendisine olan güveni arttı. Kazan'ın dağ tarafı Ruslar'a karşı ayaklandı ve tekrar merkez ile birleşti. Ruslar arasında panik başladı. Moskova'ya karşı sefer açan Kırım orduları da Tula'ya kadar ilerledi. Bu hareketler, Moskova'nın Kazan'a karşı katî sefer açmasına vesile teşkil etti. Ruslar 150.000 asker, 150 top ve İngiliz mühendisi Butler'in kumandasındaki istihkam kıtası ile Kazan'ı muhasara ettiler. Kuvvet farkı çok büyük olup, Kazan'ın içinde ancak 33.000 kadar askerle, dışında bulunan 15.000 atlıdan ibaretti. Komşu Türk ülkelerinden ve Osmanlı imparatorluğu'ndan yardım ve müdahale teşebbüsleri de neticesiz kaldı.
Rus ordusu 20 Ağustos 1552'de Kazan'a ulaşarak 23 Ağustosta şehri her taraftan kuşattı. Yapançca Bey, Sunak Mirza ve Eyyub'un Arca tarafında bulundurdukları 15.000 kişilik süvari kuvveti, Ruslar'ı arkadan saldırarak boyuna hırpaladığından muhasaradan bir netice alınamayınca, Moskova ordusu önce bu dış kuvveti bertaraf etmeye çalıştı. Kazanlılar'ın yer altından yaptıkları su yolu lağımlanarak havaya uçuruldu. 30 Eylül günü surların bir kısmı havaya uçurulunca umumî hücum teşebbüsünde bulunulmuşsa da Ruslar geri püskürtülmüştür. Ancak 2 Ekim (yeni takvime göre 15 Ekim) 1552 günü 30 fıçı barut ateşlenince surların bir kısmı yıkılmış ve Moskova ordusu kitle halinde içeri saldırmıştır. Savaşa savaşa takatten düşen Kazanlılar iç şehre çekildiler. Sokaklarda müthiş bir boğazlaşma başladı. Kul-Şerif Molla etrafında toplanan Kazan ruhanileri, hafızlar, Danişmendler, Kul-Şerif Camii civarında yalın kılıç Ruslar'ın üzerine saldırdılar ve hepsi de dövüşe dövüşe şehid oldular. Yadigar Han, etrafında birkaç kişi ile esir düştü. Kazanlılar bir tek kişi kalıncaya kadar çarpıştılar. Şehir ele geçirilince Rus tarihinin en karanlık sayfalarını teşkil eden korkunç bir katliam başlamış, erkeklerden kimse sağ bırakılmamış, kadınlar ve çocuklar da öldürülmüş, ancak küçük bir grup savaşçı şehirden çıkarak, mücadeleyi devam ettirmek üzere ormanlara sığınmış, bir kısım ahali de esir edilmiştir, Kazan'ın bütün serveti yağma edilmiş, camiler, mescitler, evler yıkılıp yakılmıştır. Bu suretle, 1437'de Uluğ Muhammed Han tarafından kurulmuş olan "Kazan Hanlığı" 115 yıl yaşamış ve 15 Ekim 1552'de Moskova Çarı IV. İvan tarafın dan buna nihayet verilmiştir.
Kazanlılar'ın, Kazan'ın müdafaasında gösterdikleri kahramanlık, Türk tarihinin en şanlı sayfalarından birini teşkil ederken, Ruslar'ın Kazan'da işledikleri cinayetler, İstanbul'un zaptı sırasında Türkler tarafından Hıristiyanlara karşı gösterilen merhamet ve alicenaplıkla karşılaştırıldıkta, Rus tarihinin en çirkin sayfalarını aksettirir. Nitekim, Kazan'ın zaptından sonra diğer Türk ülkelerine karşı girişilen istilalar da da, Moskova çarlığı aynı metodla hareket etmiştir.
Kazan şehrinin düşmesiyle savaş durmamış. Tatar, Çuvaş, Çirmiş v.b. boylar kaleler inşa ederek teşkilatlı mukavemette bulunmuşlardır. Sarı-Batır, Mamış-Birdi, Ahmed-Batır ve Zeyn-Seyyid gibi şahıslar, bu mücadelenin önderi olarak şöhret kazandılar. Mamış-Birdi, Kazan şehrinin 45 km. kuzeyindeki Çalım kalesini merkez yaparak eski Kazan melikesi Süyüm-Bike'nin kardeşi Ali Ekrem'i han ilan etti, 1552-1556 yıllarında da Kazan ile Kama arasında halkın isyanı ile karşılaşıldı. Moskova çarlığı bu hareketleri tedricen bastırarak ancak 1556-60'ta vaziyete hakim olabildi ve Kazan Hanlığı ülkesinde kendi menfaatine uygun bir nizam kurdu.
Kazan Hanlığı ahalisinin esas unsurunu, eski Bulgar, Kıpçak, Uz v.b. boyların karışmasından meydana gelen "Kazan TOkleri" (veya Tatarları) teşkil ediyor, bundan başka ülkede, Başkırt, Çuvaş gibi Türk asıllı boylarla, Çirmiş, Ar ve Mokşı gibi Fin-Ugor asıllı boylar da bulunuyordu. Kendilerine "Bulgarlı", "Kazanlı" veya "Müslüman" diyen bu ülkenin Türk asıllı ahalisi için "Tatar" adının ne zamandan itibaren kullanılmağa başladığı açık olarak bilinmiyor. Bazı tarihçiler "Tatar" sözünün bu ülkede Cengiz istilasından sonra Ruslar'ın tesiriyle yerleştiğini söylemekte iseler de, diğer bazıları, Orhon yazıtlarında da zikredilen bu "Tatar" adının bir Türk boyunu ifade ettiğini ve Kaşgarlı Mahmud'un 1072-74 tarihli haritasına dayanarak, "Tatar" adını taşıyan Türk boyunun Moğol istilasından önce de bu civarda mevcut olduğunu iddia etmişlerdir.
Şamanizm dinine mensup Çuvaşlar'la Fin kavimleri, Kazan Hanlığı'na vergi ödeyerek tam bir serbesti içinde yaşamakta idiler. Hanlığın devamı müddetince bunların idareye karşı isyan etmeyişleri, aksine Moskova'ya karşı her türlü mukavemet hareketine katılmış olmaları, Kazanlılar'la bu "azınlıklar" arasında tam bir anlaşmanın hüküm sürdüğünü göstermektedir.
Orta İdil boyunda ve Ural dağlarının güneyinde yerleşen Türk kavimlerinin Bulgarlar devresinden beri ekin ektikleri ve ziraat bakımından üstün seviyede bulundukları, arkeolojik araştırmalar neticesinde ortaya çıkarılan malzeme ile de ispatlanmaktadır. Aynı şekilde, Kazan Hanlığı ahalisinin de büyük bir kısmı ziraatla meşgul olmakta idi. İri baş hayvan yetiştirmenin tabiî bir neticesi olarak dericilik sanayii çok inkişaf etmişti. İdil, Kama, Noktrat (Viyatka) ve diğer nehirlerde çok miktarda bulunması dolayısıyla balıkçılık da gelişmiş, bilhassa tuzlu balık ihraç maddeleri arasında mühim yer almıştır. Ülkenin ormanlarında gelişmiş olan diğer mühim gıda sanayii de arıcılık ve dolayısıyla bal ve balmumu ile ilgili hususlardı. Yerli tüccarların köy köy dolaşarak kürk ve bal topladıkları ve Kazan panayırında bu maddelerin mühim yer tuttuğu bilinmektedir.
Kazan Hanlığı'nın düşmesi, Türk ülkeleri tarihi bakımından bir dönüm noktası teşkil eder: bu hadiseden sonra İdil (Volga) nehri Ruslar'ın eline geçmiş, o zamanına kadar 1000 yıl müddetle bir "Türk nehri" sayılan İdil, bundan sonra bir "Rus nehri" olmuş ve Rusya'nın ekonomisi için can damarı vazifesini görmeğe başlamıştır. Ruslar İdil boyunca güneye inerek 1556'da Astırhan'ı (Ejderhan, Astrahan)zaptettiler ve Hazar'a ulaştılar, sonra burada da durmayarak Kuzey Kafkasya'ya indiler. Böylece Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında ilk temaslar meydana geldi ve gerginlik başladı. Nogaylar'dan ve Türkistan'dan gelen ikazlar üzerine Osmanlı Devleti, Kazan ve Astırhan hanlıklarını tekrar canlandırmak arzusu ile harekete geçti. II. Sultan Selim tarafından IV. İvan'a yazılan tehdit dolu mektuplardan sonra 1569'da Astırhan'ı istirdat maksadıyla bir sefer tertip edildi ise de bunun arkası gelmedi. 1571'de vuku bulan İnebahtı hezimeti ve 1571'de tertiplenen Kıbrıs seferi dolayısıyla Osmanlı Devletinin dikkati başka tarafa çekilmiş oldu ve bu hadiseler bir müddet için Rus tehlikesini unutturdu. Dışarıdan yardım görme dikleri için zaman zaman vuku bulan iç isyanlardan da bir netice alamayan Kazanlılar böylece kendi kaderlerine terkedilmiş oldular.
Kazan Hanları
l. Uluğ Muhammed sülalesi; II. Sibirya sülalesi; III Kasım hanları sülalesi; IV. Kırım sülalesi; V. Astırhan hanları sülalesi; VI. Nogay sülalesi. 1. Uluğ Muhammed b. Celaleddin b. Toktamış (l) 2. Mahmud b. Uluğ Muhammed (l) 3. Halil b. Mahmud (l) 4. İbrahim b. Mahmud (l) 5. Ali b. İbrahim (l; 1, defa) 6. Muhammed Emin b. İbrahim (l.; l.defa) 7. Ali b. İbrahim (I; 2.defa)
8. Muhammed Emin b. İbrahim (l; 2.defa) 9. Mamuk b. İbak (II) 10.Abdüllatif b.lbrahim(l) 11. Muhammed Emin b. İbrahim (l; 3.defa) 12. Şah Ali b. Seyid Avliyar (III; 1 .defa) 13. Sahib Giray b. Mengli Giray (IV) 14. Safa Giray b. Fetih Giray (IV; 1 .defa) 15. Can Ali b. Seyid Avliyar (III) 16. Safa Giray b. Fetih Giray (IV; 2. defa) 17. Şah Ali b. Seyid Avliyar (III; 2. defa) 18. Safa Giray b. Fetih Giray (IV; 3.defa) 19. Ötemiş b. Safa Giray (IV; Süyün-Bike) 20. Şah Ali b. Seyid Avliyar (III; 3. defa) 21. Yadigar Muhammed b. Kasım (V) 22. Ali Ekrem b. Yusuf (VI) | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:48 am | |
| Özbek Hanlığı (1428-1599)
Altın Ordu Devleti'ne 1312-1340 yılları arasında hükümdar olan Özbek Han'dan dolayı, bu günkü Özbekistan'da yaşayan Türklere "Özbekler" adı verilmiştir. Bölgede İslamlığı yayan ve kuvvetlendiren Özbek Han olmuştur. Timur'un ölümünden (1405) sonra imparatorluk parçalanmaya başlamıştı. Özbekler, Aral Denizi'nin ve Seyhun Irmağı'nın kuzeyinde dağınık halde idiler. Özbekler 1428'de Sibir şehrinde (bu günkü Tobolsk'un Hemen batısındaki Tura'da ) Ebül Hayr'ı Han ilan ettiler. Ebül Hayr, Batu'nun kardeşi Şiban (Şeyban) soyundan geliyordu. Onun için Özbeklere "Şibanîler, Şeybaniler veya Şibanoğulları" da denir.
Ebül Hayr, 1403-1431'de Harezm'i, sonra Sırderya kıyısındaki Sığnak, Arkuk, Suzak, Akkurgan, Özkent kalelerini ele geçirdi. Sığnak'ı kendisine merkez yaptı. Isık Göl civarındaki Özkent'e kadar bütün bölgeye hakim oldu.Ülke 1457'de Oyratlar ve Kalmukların saldırısına uğrayınca karışıklıklar çıktı. Bunun üzerine halkın bir kısmı (Kazaklar), Çağatay Hanı Esen Buğa'nın yanına çekildiler. Ve ülkenin doğu bölgesine yerleşerek buradaki Kırgızlarla karşılaştılar. Bunlara daha sonra (Kırgız-Kazaklar) denmiştir.
Ebül Hayr, 1468'de Kırgız-Kazakları itaat altına almak için yaptığı bir savaşta yenildi ve aynı yıl içinde öldü. Onun oğlu Muhammed Şibanî Han henüz on yedi yaşındaydı. Mücadeleye devam etti. Çevresinde çok az kuvvet bulunmasına rağmen Kazak Barunduk Han'ı yendi, ama Kazak Canıbek Han'ın oğullarına yenildi. Bütün kuvvetlerini kaybettiği için Çağatay hükümdarı Mahmud Han'ın hizmetine girdi. Devrin tanınmış alimlerinden olan Mevlana Muhammed Hıtayî'den ders aldı. İlim sahibi ve iyi bir şair oldu. Günümüze ulaşan Türkçe ve Farsça şiirleri vardır.
1487'de Çağatay hükümdarı Mahmud Han Muhammed Şibanî'ye Türkistan şehrini ikta (dirlik) olarak verdi. Timuroğulları arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanan Muhammed Şibanî, 1500'e doğru Maveraünnehir'i ele geçirdi ve hükümdarlığını ilan etti.Muhammed Şibanî hükümdarlığını ilan ettikten sonra arka arkaya seferler yaptı ve başarı kazandı. 1503'te Akşi'de yapılan bir savaşta Çağatay Hanı ile Uygur bölgesi emirini yendi. Bunun sonucu olarak Taşkent ve Sayram bölgelerini ele geçirdi.
Hüseyin Baykara'nın ölümünden sonra Harezm'i 1506 ve 1507'de Belh ve Herat şehirlerini de zaptetti. Maveraünnehir, Fergana, Horasan ve Batı Türkistan'ı aldı. Fakat 1510'da Safevilerle yaptığı savaşı kaybetti ve öldü.
Muhammed Şibanî öldüğü zaman başkent Semerkant idi. Buhara, Taşkent gibi büyük şehirlerde hanedan mensubu valiler vardı. Taht kavgası yüzünde ülke neredeyse parçalanacaktı Yarım asır süren kargaşalıkta ülke yine dağılmadan kalabildi. Nihayet 1560'ta II. Abdullah Han 38 yıl iktidarda kaldı ve Özbekistan'a parlak bir devir yaşattı. Şairdi... Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazmıştır. Bilginleri de himaye etmiştir.
II. Abdullah Han, Safevî Hükümdarı Şah Abbas'a yenilince Özbek Hanlığı büyük bir sarsıntı geçirdi. Bu sırada Abdullah Han öldü (1598) ve Horasan Safevîlere geçti. Taşkent ve çevresini Kırgızlar işgal ettiler. Diğer bölgelerde başka hanlıklar kuruldu ve Özbek Hanlığı'na, Şîbanilere akraba olan Canoğulları 'Cânîler) hâkim oldu.
16. yüzyıldan itibaren küçük hanlıklara bölünen Türk illeri, Rusların saldırılarına ve işgallerine uğradı. 1860-1865 yıllarında Ruslar, Türkistan içlerine doğru ilerlemeye başladılar. 1868'den sonra Özbek Hanlığı'nın yerini alan Buhara Hanlığı yarı bağımsız bir şekilde devam etti. Nihayet 1924'de Rusya, bu bölgedeki Türk illerini küçük küçük sosyalist cumhuriyetlere ayırdı.
Özbek Edebiyatı 20. yüzyılın başına kadar Çağatay Edebiyatı olarak anılıyordu. Artık 'Özbek Edebiyatı' denilmektedir. Türk Edebiyatının zengin bölümlerinden birini oluşturur. Özbekler ülkeyi İslâmî eserlerle doldurmuşlardı. | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:49 am | |
| Peçenekler, Uzlar ve Kuman-Kıpçaklar
Peçenekler, Büyük Göktürk Hakanlığına bağlı kavimlerden biriydi. Onuncu Yüzyıl' da Kuzey Karedeniz bölgesinde yaşıyorlardı. Uzun müddet Ruslar'ın Kiyef Prensliği' yle mücadele ettiler ve 968 yılında Hazar Hakanlığı başkentini zapteden Kiyef Prensi Svyatoslav' ı yenerek öldürdüler. Bu mücadelede Ruslar' a karşı Peçenekler'i tutan Bizans, onlarla dostluk kurmaya çalıştı. Ayrıca kendini tehdid eden Bulgarlar' a karşı Peçenekler' i kullanmayı düşünüyordu.
Peçenekler, daha doğudan gelerek kendilerini sıkıştıran Uz (Oğuz) Türkleri yüzünden ülkelerini bırakıp Orta Avrupa' ya dağılmaya başladılar.
On birinci yüzyıl başlarında Peçenekler, Balkanlar üzerine sarkmaya başlamışlardı. Fakat Bizans bu akınları durdurabilmek için Peçenek beyleri arasına nifak soktu. Birbirine düşen Peçenekler, bir defasında zayıf kuvvetlerden meydana gelen Bizans ordusuna karşı ağır bir yenilgiye uğradılar. Bizans bunların savaşçı güçlerini bildiği için onlardan kendi güney sınırında faydalanmak istedi ve Peçenekler'i Selçuklulara karşı çıkarmayı denedi. Peçenekler bu teklifleri geri çevirdiler; Bizans ordusuna girmiş olan Peçenek birlikleri ise Malazgirt Savaşı'nda kendi soydaşlarının safına geçtiler. Doğu Avrupa' da kalan Peçenekler ise 1080 yılından sonra tekrar toparlandılar, yanlarına Macar ve Kumanlar' ı da alarak Bizans' ı birkaç defa mağlub ettiler. 1090 yılında Çekmece' ye kadar bütün Trakya onların hakimiyeti altına girdi. O sırada Çavuldur Oğuzları' nın beyi Çakan, İzmir' i ele geçirmiş, Adalar Denizi' ne hakim olduktan sonra İstanbul' u zaptetmeyi planlamıştı. Bu iş için Peçenekler'in yardımını almak üzere onlarla temasa girmişti. Böylece Bizans bir taraftan da Peçenekler'in baskısı altında kımıldayamaz hale gelmişti.
Bizans, Çakan Bey ve Peçenekler'in ortak hareketlerini durdurmak için bir yandan Hıristiyan dünyasını harekete geçirirken, bir yanda Kuman Türkler' ini Peçenekler aleyhine kışkırttı. Peçenekler, Çakan' ın donanmasıyla birleşmek üzere Meriç ağzında beklerken, Tugur Han idaresindeki kırk bin Kuman süvarisi bunların üzerine saldırdı ve hepsini mahvetti. Peçenekler, dağıldılar ve eriyip gittiler.
Uzlar, Oğuz Türklerinden bir zümre idi. Peçenekler'i yurtlarından sürdükten sonra Özü (Dinyeper) Nehri etrafında yerleştiler. Fakat Rus Prensleri birleşerek onları bu bölgeden uzaklaştırdı. Bundan sonra Uzlar güneye sarktılar, Bizans ordusu ve Bulgarlar' ı yenerek Selanik' e kadar ilerlediler. Fakat buralara yerleşmeye fırsat bulamadan salgın hastalıklar ve Peçenek hücumları yüzünden dağıldılar. Bizans ordusuna katılan bir kısım Uzlar, Malazgirt'te Türk ordusu tarafına geçmiştir.
Kumanlar, tarihte uzun zaman ve çok değişik bölgelerde kendilerinden söz ettirmiş bir Türk kitlesidir. Bunlar, yine kendileri gibi Göktürk İmparatorluğu'nun Batı toprakları üzerinde yaşayan Kıpçaklar' la birleşerek batıya yöneldiler ve Kumanlar, Rus Prenslerinin ortak kuvvetini mağlub ederek Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. On birinci Yüzyıl sonraları Balkaş Gölü'nden Batı Karadeniz' e kadar muazzam bir bölge Kuman-Kıpçaklar'ın eline geçmişti, bu bölgeye Kıpçak sahası veya Kumanya deniyordu.
Rus prenslikleri Kumanlar'ı bu bölgeden atabilmek için birleşerek devamlı hücum ediyorlardı. Bu savaşlarda bazen Ruslar, bazen Kıpçaklar galip geldiler. Fakat 1185'te Kıpçak Başbuğ' u Könçek komutasındaki Türk kuvvetleri, Prens İgor'un emrindeki müttefik Rus ordusunu tamamiyle imha etti. Bir kısım Kumanlar Kırım' da yerleşik hayata geçerek, orada şehir ve kasabalar kurdular.
Kuzey Kafkas bölgesindeki Kuman-Kıpçaklar ise Gürcistan Krallığı'yla ilişkiler kurduktan sonra, Gürcistan üzerinden o sırada Selçuklu beyleri idaresinde bulunan doğu Anadolu şehirlerine kadar sarktılar. Kutlu Arslan ve Sevinç Beyler zamanında güney Kafkasya'ya çok sayıda Kıpçak yerleşti.
Kıpçak sahasının Doğu bölgesinde bulunanlar, Harezmşahlar Doğu bölgesinde bulunanlar, Harezmşahlar devleti hizmetinde çalıştılar. Meşhur Celaleddin harezmşah (Mengüberdi)' in annesi bir Kıpçak prensesi idi. Harezmşah ordusunun büyük kısmı Kıpçak Türkleriydi.
Mısır'da Eyyubi Devleti yerli halktan ordu kuramadığı için yabancıları ücretli asker olarak alıyordu. Çok sayıda Kuman-Kıpçak genci Mısır' a giderek orada özel eğitimle Eyyubi ordusuna girmeye başlamıştı. Bunlar kısa zamanda orduda yüksek mevkiler kazanıyorlardı. 1250 yılında Kıpçak beylerinden İzzeddin Aybeg, kendisini sultan ilan etti ve böylece Mısır' da on dördüncü Yüzyıl sonralarına kadar sürecek olan bir Türk Devleti kuruldu.
Mısır Kıpçak sultanlarından Baybars, "yenilmez" denen Moğol ordularını müthiş bir bozguna uğratmıştır. Fakat Asya' da kalan Kuman-Kıpçaklar, Moğol baskısına dayanamayıp dağıldılar. Burç Han idaresindeki bir kısım Kumanlar Moldavya'ya yerleşerek Hıristiyan oldu; Köten Bey' in Kumanları Macaristan' a yerleştiler. Geri kalanların herhangi bir siyasî varlığı olmadı.
Prof.Dr.Erol Güngör, Tarihte Türkler | |
| | | *CaDaLoz_* Admin
Mesaj Sayısı : 2036 Nerden : Osmaniye Kayıt tarihi : 26/04/08
| Konu: Geri: HANLILAR... Çarş. Mayıs 07, 2008 10:49 am | |
| İtil (Volga) Bulgar Hanlığı
Bir kısım araştırıcılar Mısır'dakiler haricinde kurulan ilk Müslüman Türk devletinin Karahanlılar olduğunu ileri sürerken bir kısım araştırıcılar da İtil Bulgar Hanlığı'nın ilk Müslüman Türk devleti olduğunu kabul etmektedirler. Bulgarların Türk asıllı oldukları son yapılan araştırmalarla kesinlik kazanmıştır. Bulgarların Güney-Rusya bozkırlarına Hun dalgalarından biriyle ulaşmış oldukları anlaşılıyor.
Bunlar 481 yılında Bizans İmparatoru Zenon (474-475, 476-491)a Gotlar'a karşı yaptıkları savaşta yardım etmişlerdi. Daha sonra Hun kütleleriyle karışan ilk Bulgar birliğinde On-ogurların çoğunlukta oldukları anlaşılıyor. Bu sırada Bulgar ülkesinin merkezi Kafkasya'daki Kuban nehri ve Azak Denizi havalisindeki bozkırlar idi.
Bulgarlar önceleri Göktürk Kağanlığı'nın idaresi altında yaşıyorlardı. Ancak 630'da Göktürk Kağanlığı'nın fetret devrine girmesi üzerine Bulgarlar "Büyük Bulgarya" Devleti'ni kurdular. Fakat bu devlet uzun ömürlü olmamış, 665'den sonra komşu Hazar Hakanlığı tarafından parçalanmıştı. Bu parçalanmadan sonra Asparuh idaresindeki kalabalık Bulgar kütleleri Tuna'ya doğru yönelmiş ve Balkanlara girerek (668 veya 671), Tuna Bulgarları Devletini kurmuştur (681). Tuna Bulgarları zamanla Slavlar ile karıştılar ve Boris Han'ın 864'te Ortodoksluğu resmen kabulüyle de Hristiyan oldular.
Bulgarlardan bir kısmı ise X. yüzyıla kadar eski yerleşme sahalarında Kuban nehri ve Azak denizi havalisinde kaldılar. Bulgarların bu ülkesi Bizans ve Rus tarihleri tarafından "Kara Bulgarya" olarak adlandırılmıştı. Bunlar da Bulgar tarihinde önemli bir rol oynamamış belki de daha sonraki birbiri arkasına gelen Macar, Peçenek ve Kuman dalgaları içinde kaybolup gitmişlerdi.
Büyük Bulgarya Devleti'nin parçalanmasından sonra Hazarların tazyikiyle Don nehri boyundaki Otuz-Oğurların kuzeye doğru Orta İtil, yani İtil (Volga) ve Kama (Çolman) nehirlerinin birleştikleri sahaya çekildikleri anlaşılıyor. Bu hareketin en geç VII. yüzyıl sonu veya VIII. başlarında olması muhtemeldir. İtil Bulgarları burada bölgenin yerli halkı Fin-Ogurları ve öteki Türk topluluklarını da idareleri altına alarak bir devlet kurdular. Ancak İtil Bulgar Devleti'nin ilk devirleri hakkında elimizde kesin bilgiler yoktur. Bulgar ülkesinin doğusunda Türk menşeli Başkırt (Başkurtlar), batısında Fin veya Türk olan Burtaslar ile Ruslar, güneyinde Hazarlar bulunmaktaydı.
Bulgar tüccarlarının, Hazar ülkesinde Harezm'de ve Samanî ülkesinde İslam tüccarlarıyla temasları, Harezmlilerin de onların ülkelerine gitmeleri neticesi buralarda İslam dini ve kültürü yayılmaya başlamıştı. Nitekim 900 tarihlerinde Bulgarlar arasında İslam dinini kabul edenler çoğunluktaydı. Nihayet Şelkey oğlu Yıltavar (İlteber) Almış'ın İslam dinini benimsemesiyle İtil Bulgarları Müslümanlığı devlet dini olarak kabul ediyorlardı.
Almış Han, 920 tarihlerinde Abbasî Halifesi'ne din alimleri ve mimarlar göndermesi için müracaatta bulunmuş, ayrıca ünvan ve ismini Emir Cafer b. Abdullah olarak değiştirmişti. Halife Muktedir Billah da din adamlarıyla mimarlardan oluşan bir heyet gönderdi. Bu heyet 921 yılında yola çıkmış ve 922 Mayısında Bulgar ülkesine ulaşmıştı. O tarihten sonra Bulgar ülkesi Abbasî halifelerine bağlı bir Müslüman Türk yurdu, Bulgarlar ise Doğu Avrupa'da Türk İslam kültürünün temsilcisi olmuşlardı.
Bulgar ülkesine gelen Abbasî Halifesinin elçileri arasındaki en renkli kişi bu heyete kâtip sıfatıyla iştirak eden İbn-i Fadlan olmuştur. Onun geride bıraktığı seyahat notlarında Bulgarlardan başka Oğuzlar, Başkırtlar, Hazarlar hakkında ilgi çekici bilgiler bulunmaktadır. Sikkelerden anlaşıldığına göre Cafer'den sonra yerine oğlu Mikail geçmiş ve ona da Tâlip b. Ahmed, Mümin bin Ahmed ve Mümin bin el-Hasan halef olmuşlardı.
Bulgarlar, Hazar Hakanlığı yıkılana kadar (965), bu devlete tabi idi ve Hazar Hakanı'na vergi veriyordu. Bu devletin yıkılmasından sonra Bulgarlar müstakil bir hanlık olmuşlardı. 964 ve 985 yıllarında Rusların Kiev Prensliği Bulgar ülkesini istilâ ettiler. 985'teki istilâ Bulgar ülkesinin zenginliğine çok az zarar vermişti. Daha sonra Bulgarlar ve Ruslar arasında münasebetler gelişti ve bu 1006'da bir ticaret anlaşmasıyla neticelendi.
Fakat XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kuzeydeki kürk ticareti Ruslar ile Bulgarlar arasında devamlı savaşlara sebep oldu. Bu savaşlar Moğolların ortaya çıkışına XIII. yüzyılın ilk yarısına kadar devam etti. Moğollar, Kalka nehri kenarında Ruslara karşı kazandıkları zaferden sonra (1224) doğuya dönerlerken Bulgarların tuzağına düşerek ağır kayıplar verdiler. Bu olay İtil Bulgar Devleti'nin yıkılışına sebep oldu. Bu yenilginin intikamını almak isteyen Batu Han idaresindeki büyük Moğol ordusunun "Batı Seferi"ndeki ilk hedefi Bulgarlar idi.
Moğollar, 1236'da Bulgarlara saldırdılar, köyleri ve şehirleri yıktılar. Bu arada elli bin nüfuslu Bulgar şehrini de tahrip ettiler. Moğol istilasından sonra Deşt-i Kıpçak'ta kurulan Altınordu Devleti zamanında Bulgarlar bir dereceye kadar bağımsızlıklarını muhafaza etmekteydiler. Bu sırada Başkent Bulgar şehrinin kısa zamanda eski parlak durumunu kazandığı anlaşılıyor. Bulgarlar zaman zaman Altınordu Hanlığı'na da kafa tutmaktaydılar. Nitekim Altınordu Hanı Pulat Timur 1361'de Bulgarları cezalandırmış ve Bulgar şehri yeni bir tahribata maruz kalmıştı.
1391 yılında, Timur'un Altınordu Hanı Toktamış'a (1376-1395) karşı yaptığı sefer sırasında Bulgar ülkesi bir kez daha tahrip edildi. Timur'un 1395 yılında yine Toktamış Han üzerine yaptığı seferden Bulgar şehri etkilenmemişti. Nitekim Timur'a mağlup olan Toktamış Han bir kısım kuvvetleriyle Bulgar iline gitmek zorunda kalmıştı. Bulgar şehrinin 1399'da Ruslar tarafından tahrip edildiğini görüyoruz. Ancak bu şehrin yıkılmasının muhtemel sebebi Batu Han tarafından kurulan Kazan şehrinin gösterdiği gelişme idi.
1399'dan sonra artık toparlanamayan Bulgarlar dağıldılar. Halkdan bir kısmı Kama'nın kuzeyindeki Kazan nehri boyunca göç ederek buralara yerleştiler ve bölgeyi tamamiyle Türkleştirdiler. 1437 yılında kurulmuş olan Kazan Hanlığı'nın esas nüfusunu Balgar-Kıpçak karışımı Müslüman halk teşkil etmekteydi.
Bulgarlar X. yüzyılın başında öteki Türk kabileleri gibi göçebe idiler. Fakat kısa zamanda yerleşik hayata geçmişler, ziraate elverişli toprakları değerlendirerek ekmişler ve aynı yüzyılın ikinci yarısında usta birer çiftçi olduklarını göstermişlerdir. Başlıca ziraî mahsulleri, akdarı, buğday ve arpa idi. Ayrıca Orta İtil sahası ulaşım bakımından kuzey bölgelerini, Hazar Denizi-İran-Kafkaslar-Türkistan ve dolayısıyla Orta Asya'ya bağlayan büyük kervan yolları üzerindeydi.
Bu da İtil Bulgarlarının şehirler kurarak büyük ölçüde ticaret ile uğraşmalarına imkân sağlamıştı. Bu şehirler arasınd Kama ve İtil'in birleştiği yerden 100 km. kadar güneyde İtil kıyısında bulunan başkent "Bulgar" şehri 9-13. yüzyıllarda Doğu Avrupa'nın en önemli ticaret merkezi idi.
Bulgarların bu ticaret sırasında ihraç ettikleri mallar şunlardı: Çeşitli kürkler, at ve keçi derileri, ayakkabı, oklar, kılıçlar, zırh, koyun, sığır, doğanlar, balık tutkalı, ceviz balmumu, bal ve Slav esirler. Öte taraftan Bulgarların İslam dünyasından ithal ettikleri başlıca mallar ise; dokuma kumaş, silah, lüks eşyalar ve keramik (çanak-çömlek) idi. Nitekim Bulgarların bu geniş ticaretleri neticesinde XI. yüzyılın başlarında bir Nişaburlu tüccarın Orta İtil kenarındaki Bulgar şehrinde bir iş ortağı olabilirdi.
Şüphesiz böyle ticarî ilişkilerin olması, Bulgar Hakanı Ebû İshak İbrahim b. Muhammed b. İlteber'i 1024'te Beyhak vadisindeki Sebzevar ve Husrûcird Ulu camilerinin tamiri için önemli bir miktar para göndermeye teşvik etmişti. Volga'daki Bulgar Türkleri kuyumculukta da ileri idiler ve onların bu sanattaki ustalıkları İsveç'e kadar bütün batı Slavları sahasında tesirini göstermiştir.
| |
| | | | HANLILAR... | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|